23 Eylül 2008 Salı

Bir Dusun Pesine Dusmek/Hakan Aytekin


Kuzey Mezopotamya’nın ve Güneydoğu Anadolu’nun kadim halklarından biri olan Süryaniler, yaklaşık dört bin yıldır yaşadıkları ve ürettikleri bu coğrafyadan çok uzaklara, dünyanın dört bir yanına dağılmış durumda. Günümüzde kendi coğrafyalarında yeterince bilinmeyen, tanınmayan ya da unutulmak istenen bu halk, Kuzey Mezopotamya’nın ilk Hıristiyan halklarından.Hatta İsa’ya Kudüs’ten sonra kavim halinde ilk inananlar olarak da anılıyorlar. Bu halkın Arami ya da Asuri kökenini öne çıkartan bir dizi tartışma süre dursun, binlerce yıldır bu bölgede yaşayan, arkaik dinlerden İsa’nın öğretisine dek geniş bir yelpazede izler taşıyan bu halk, 20. yüzyılın başlarından itibaren paylaşımcı savaşların, kıyımların, baskıların ve en az bu faktörler kadar modernizmin “mihmandar”lığında artık bir diaspora halkı.Türkçe sözlüklerde “diaspora” sözcüğü için önerilen “kopuntu” sözcüğünün en azından bizim coğrafyamız açısından “hakkı”nı veriyorlar adeta. Toprağından kopmuş, kopartılmış bir halk Süryaniler

Sayılar yeterince berrak değil. Çokluk duygusu yaratma isteğinin öne çıktığını düşündüren sayılara bakılırsa bugün dünyada altı milyon Süryani yaşıyor. Kendisi de Bitlis’ten göçmüş Ermeni bir ailenin diasporada, ABD’de doğmuş bir bireyi olan William Saroyan’ın1 bir öyküsünde de dile getirdiği gibi bu sayılar çok abartılı. Çünkü bu kültürü kendi coğrafyasında sürdüremeyen bir halkın diasporada niceliği öne çıkartma eğilimi, niteliğin önemini perdeliyor. Çok olmanın “olmak” anlamına gelmesi bir yanılsama sayılabilir. Türkiye’de yaşayan Süryanilerin sayısının on beş bin civarında olduğu tahmin ediliyor. Süryani kültürünün en az bozulmuş haline rastlayabileceğimiz Güneydoğu Anadolu’da, özellikle Mardin ve Midyat çevresindeki Süryani nüfusu ise yaklaşık iki bin.

Uzaktalar… Çok çok uzakta… Akılları burada, gövdeleri orada… Doğdukları coğrafya çoğu için ve çoğu zaman bir düş ülkesi. Bu düş ülkesine yapılacak bir yolculuk ise hemen hepsinin düşlerini süslüyor. Kendisi de bugün diasporanın bir parçası olan, Hollanda’da yaşayan İsa Bakır’ın deyişiyle; “dönme isteği yüzde yüz, ama dönme olanağı yüzde kırk dokuz” çoğunun…

Midyatlı Cercis Şüşe’nin oğlu Bıtrıs Öğünç de bugün doğduğu topraklardan binlerce kilometre uzakta, Almanya’da yaşıyor. Oysa bir zamanlar, 1954-1969 yılları arasında Midyat'taki Mort (Azize) Şmuni Kilisesi'nde hem cemaate ibadet yaptırıyor hem de kilise bünyesindeki medresede eğitim veriyordu. Dilin ve dinin aktarımında önemli bir isimdi, Cercis Şüşe’nin oğlu. Onun eğitmenliği altında 60'dan fazla sınıf düzenlenmiş, kızlı-erkekli farklı seviyelerde öğrenciler din, Süryanice dili, tarih ve İngilizce dersleri görmüştü. O dönemde Bıtrıs’ın uğraşlarından biri de el yazmacılığı yöntemiyle kilise bünyesindeki kitapları kopyalayıp gelecek kuşaklara aktarmaktı. Onu tanıyanlar ve el yazmacılığı geleneğini iyi bilenlere göre, Bıtrıs eli iyi kalem tutan bir hattattı. Fırsat buldukça yazıyordu, tıpkı kendisinden önce, yaklaşık 2000 yıldır yazarak geleneği geleceğe aktaranlar gibi… Adet olduğu üzere, bu tür kitapların sonunda bir tür tarih düşülür, dönemin önemli olaylarına değinilirdi. Onun elinden çıkan bir “fanqitho” * nun son sayfasının satırlarına da bazı notlar düşülmüştü:

“Ey kardeşlerim,Bilmenizi isterim ki, Pazar akşamı çok kar yağdı ve kimse kar yüzünden kiliseye gelemedi. 40 gün boyunca kar yağdı. Tüm araba ve yaya yolları kapandı…
Bu kitap 13 Nisan 1967’de yazıldı. Büyük Oruç’un beşinci haftasının Perşembe gününde bitirildi. Midyat’taki Mort Şmuni Kilisesi’nin batı yönünde bulunan odada tamamlandı. Bu odada dönemin medrese çocuklarını eğitiyordum.”
Şu mukaddes kitabı yazan Midyatlı Cercis Şüşe oğlu Bıtrıs Öğünç, 13.4.1967
Kim bilir kaç kitabı böyle kopyaladı, o yıllarda... Ve nice küçük ayrıntıyı tarih düştü, sivil tarihin farkına varılmayı bekleyen bu incelikli satırlarına…


Bıtrıs Öğünç Haberi ; Gitmek icin Tiklayin

2 yorum:

Adsız dedi ki...

rusyada tanistigim bir yezidi arkadasim vardi,,, kurd halkinin ozunde yatan fakat empoze edilmis karanlik bilgiler asimile edilmis dusunce ve kultur yagmalanmasinin parcalanan bilgeligini cok iyi anlatirdi.kurd idi suryani idi ve rusyaliydi.

Adsız dedi ki...

bu blog gercekden sahane be

 

My Blog List

Hello

Ortaya çıkan çeteleşme eğilimlerini erkenden tespit edememe ve yeterince tavır koyamama ikinci önemli stratejik yetmezliktir. Bu rolü güvenilir arkadaşlara bırakmak dogmatizmin diğer bir sonucudur. O kadar soylu değeri çarçur ederlerken, mutlaka fark edebilmeli ve dur diyebilmeliydim. PKK'nin bütün soylu çabalarına en büyük darbeyi bu yönlü gelişmeler vurmuştur. Adeta canavarlaşmış bazı kişiliklerin inanılmaz nitelik arz etmelerinin izahı güçtür. Büyük emeklerle hazırlanan yapının bu öğelere kolay teslim olması daha da anlaşılmaz konudur. Bendeki müthiş arkadaşlık anlayışı hep en iyisini yaparlar, en dürüstüdürler, ellerinden gelmeyecek iş yoktur, çağdaş havarilerdir biçimindeki dogmatizme varan inanış bu gelişmelerde etkili olmuştur. Geç uyandık. Tam uyandığımızda veya fark ettiğimizde, stratejik olarak hem zaman hem büyük çabaların ürünü başta genç savaşçılar, halk, maddi ve manevi birçok değer kaybedilmişti.1992-1993 derslerini daha derinliğine çıkarmalıydım. Irak-Kuveyt krizi ile 1991'de ülkedeki gruplarla olmak daha doğru olacaktı. 1982'lerde yapmadığım işi, atmadığım adımı bu sefer yapma ve atma biçiminde olmalıydı. Ortadoğu çalışmalarını ikinci plana bırakmak gerekirdi. Fakat aynı yaklaşım, yoğun takviyeler altından başarıyla kalkılacağına beni inandırmıştı. Binlerce nitelikli kadro içinden mutlaka sürece cevap verenlerin çıkacağı hep beklenmişti. Fakat hareketin bağrındaki çetecilik ve sorumsuz merkezi yaklaşım tüm katkıları boşa çıkarıyordu. Tarih göz göre göre başarısızlığa götürülüyordu. Disiplin ve fedakarlıkla fazla değer kurtarılamaz, görevler başarılamazdı. 1992 sonlarındaki Osman Öcalan'ın YNK ile boyun eğmeyi andıran uzlaşması, Murat Karayılan ve Cemil Bayık'ın intiharvari çabaları tesadüfen birleşerek sürecin daha büyük kaybını önledi. Köklü ders çıkarılması gereken nokta buydu. Ülke içi ihmal edilmemekle birlikte, merkezi kadro yapısının köklü çözümüne ihtiyaç vardı. Bunu Suriye üzerinde yeni okullar açmayla telafi etme ve aşırı tekrarlama çalışmaları beni oldukça tıkadı. Çabaların anlamı pek kalmamıştı. Bizzat müdahaleyi yapmada geç kalmıştım. O kadar değer kaybından sonra yönelmeyi kendime yediremiyordum. Tıkanmayı askeri değil, siyasi yollardan açma deneyimi daha anlamlı geliyordu. Askeri yönelim toptan intihara götürebilirdi. Siyasi çalışma ise, daha potansiyelli hareketi mümkün kılabilirdi. Yapıda tekdüzelik sürdü. Aynı tarz çalışmalar KONGRA GEL dönemine kadar yansıdı. Son iç bunalımların kökeni aslında ülkeye gidiş ve orada üsleniş, çalışma tarzı ve temel taktik anlayışların bir devamından ibarettir. Özeleştiriler anlamlı yapılmamıştı. Eski kişilik ve çalışma tarzında ısrar vardı. Bu da her zaman ve her yerde anlamsız kayıplara, yerine getirilemeyen görevlere, acılara ve sonuçta tasfiyelere yol açmaktan öteye gidemezdi.İkinci yaşam dönemi devlet odaklı olduğundan, ama daha henüz yitirilmemiş komünal demokratik duruş özelliklerinden ötürü çelişkiliydi. Sonucu bu çelişkilerin boğuşması belirleyecekti. 15 Şubat 1999 aynı zamanda devlet odaklı yürüyüşe ölüm darbesi indirmişti. Eğer devlet odaklı particilik, devletçilik bir hastalıksa, o halde 15 Şubat 1999'da tüm kapitalist dünya devletlerinin bana vurduğu darbe aynı zamanda üçüncü doğuşum için bir ilaç, bir ebelik rolünü oynayacaktı.Üçüncü yaşam dönemi, eğer adına ve özüne yaşam denilebilecekse, 15 Şubat 1999'dan sonuna kadar gidilebilecek aşama olarak ayrıştırılabilir. Belirgin niteliği, genelde devlet odaklı, özelde kapitalist modern yaşamdan kopuşla başlamasıdır. Tekrar yaban yaşama koşmuyorum. On bin yıl öncesine gidecek değilim. Ama insanlığın bazı temel değerlerinin o yıllarda gizli olduğu da kesindir. Uygarlığın bin bir hile ve zorbalıkla kestiği o dönem insanlığı bilimsel teknik seviyeyle bütünleştirilmedikçe, insanın gerçek kurtuluşu, özgürlüğü mümkün olamazdı.Uygarlık ve devlet odaklı yaşamdan kopmak gerileme değildir. Tersine doğadan ölümcül kopuşa, kan ve yalana dayalı şişirilmiş iktidar kişiliğinden vazgeçme belki de en temelli sağlığa kavuşma imkanıdır. Hastalıklı toplumdan sağlıklı topluma, sıkboğaz, obez, çevreden kopmuş, bir nevi kanserleşme olan aşırı şehirleşmiş toplumdan ekolojik topluma, tepeden tırnağa otoriter ve totaliter devletli toplumdan komünal demokratik ve özgür eşit topluma doğru bir yöneliş söz konusudur. Avcı kültürüyle hayvan katliamına, uygarlığın insan katliamına, kapitalizmin doğa felaketine yol açan zincirleme halkasından kurtulma yeni bir insanlığa kapıyı aralayabilir. Hayvanlarla dost, doğayla barışmış, kadınlarla dengeli güç yapısına dayanan, barışçıl, özgür eşit, aşklı yaşam, bilim ve tekniğin gücünü savaş ve iktidarın oyuncağı olmaktan çıkarmış ahlaklı politik bir kişilik, beni, en azından ENKİDU'yu şehre ve devlete bağlıyan çekim gücü kadar çekiyor, anlamlı kılıyor. Tek kişilik tutukevinin yarattığı bir özlemden kesinlikle bahsetmiyorum. Büyük bir düşünsel, ruhsal paradigmadan bahsediyorum. Kategorik yaklaşımdan, büyük güce tapınmadan, çağın, tüm uygarlıkların kan lekeleri altında parıldayan yaldızlı yaşamlarından gerçekten hem bıktım hem nefret ediyorum.Çocukken genlerime işlemiş avcı kültüründen ötürü gözümü kırpmadan başlarını kestiğim, kopardığım, kurnazca avladığım kuşlardan, vurduğum hayvanlardan özür dilemekle başlamak istiyorum yeni yaşam dönemime. En büyük saadetin kaşaneli köşklerde değil, yeşil çevreli kulübemsi mekanda yaşandığına inanıyorum. Doğayı tüm renkleri, sesleri ve anlamları içinde dinleyerek, bütünleşerek yaşamın erdemine ulaşılacağına inanıyorum. Gerçek ilerlemenin dev kentlerden ve iktidar otoritelerinden geçmediğine, tersine bunların en büyük hastalık kaynağı olduğuna; buna karşın eski köyü de, yeni kenti de aşmış, ekolojik yerleşimi bilimin ve tekniğin en son verileri ile karşılayan bir mekansal yaşamın gerçek devrim olduğuna inanıyorum. Aradaki kocaman uygarlık yapılarının insanlığın mezarı olduğuna inanıyorum. Bir gelecek yürüyüşü olacaksa, bu gerçekler temelinde olursa anlamlı ve yürümeye değer olduğuna inanıyorum.Hiyerarşik devletçi sınıf uygarlığından kopmak en büyük özeleştiridir. Bunu başaracağıma inanıyorum. İnsanlığın çocukluğuna, emekçilerin, halkların unutturulmuş tarihine, kadınların, çocukların ve çocuk ihtiyarların ütopyalarındaki özgür eşit dünyalarına katılmayı, başarıyı orada sağlamayı daha çok istiyorum.Bunların hepsi ütopya. Ama bazen ütopyalar mezardan beter yapılar içindeki yaşamın tek kurtarıcı esinidir. Günümüzdeki mezarlardan beter yapılardan tabii ki öncelikle ütopyayla çıkış yapılacaktır. Durumum hiçbir insana benzemiyor. Benzemesini de istemiyorum. Daha iyi anladığıma, hissettiğime göre iyi yoldayım. Anlamın ve hissin yaşattığı bir insan en güçlü insandır. Büyüklere benzeme günahını bir daha işlemeyeceğim kesindir. Zaten benzemeyi ne çok istedim ne de becerdim. İnsanlığın geçmişi daha gerçektir. Ona saygılı olacağım ve yaşamı orada arayıp bulacak ve yeniden başlatacağım. Gelecek bu çabaların işleyiş halinden başka bir şey değildir.Hep kendimi mi düşünüyorum? Değil. Savunmam tüm insanlık için bir şeyler öğretebilir. Yeniden yapılanmış PKK bütün soylu arkadaşlarımı, anlam gücü ve iradesi olan yoldaşlarımı birleştirebilir. KOMA GEL tüm Kürdistan halkını ve dostlarını demokratik bir çatı olarak toparlayabilir. Yaşamımıza, ülke ve toplumumuza rasgele saldıracaklara karşı HPG iyi bir savunma savaşı verebilir; anlayışsız, zalim ve haksızdan hesap sorabilir. En soylu kadınlarımız tüm zamanların tanrıça olgunluğu, anlayışlılığı, melek saflığı ve azizeliği ve Afrodit güzelliğini kimliğinde bütünleştiren PAJK'da birleşebilir.Bu savunmayla temel insanlık anlayış ve idealimi uygarlığın son temsilcisi olarak hayli gururlu ve kendinden emin AB'nin yargı organı AİHM'e sunarken, olumlu beklentilerden ziyade, sistemin kar büyücülüğüne alet olmaktan öteye bir rol oynamayacağından ötürü üzüntülerimi belirtebilirim. Daha demokratik, özgür ve adil toplum dileklerimle saygılarımı sunarım.27 Nisan 2004Tek Kişilik Tutukevi/ Mudanya/ BursaAbdullah ÖCALAN

Mezopotamia History © 2008 Business Ads Ready is Designed by Ipiet Supported by Tadpole's Notez