17 Ekim 2008 Cuma

Kendini Yeniden Yaratma Bir Sanattir


Bir Avrupa'ya bakın: Avrupa toplumu biraz bu konuda kendini zenginleştirmiş. Bakın onların çözümlemelerine, roman, edebiyat, sanat vb.lerine, her şeyiyle nasıl geliştiriyorlar? Yüz yıldır, yüz yıllardır geliştiriyorlar. Biz daha yeni yeni başlıyoruz. Siz bir iki cesaretli gösteri yapmaya gelemiyorsunuz. Elin oğlu bunu yüzlerce yıl yapmış ve yine de yeterli görmüyor. Biz ortamı biraz böyle özgür tuttuğumuzda, eski ile asırlık hesaplaşmaya girmeniz gerekiyor.
Eğer hemen ucuz bağlanma ilişkilerine girerseniz, gözünüz birbirinizden birini görmez! Ben neden bağımsız ve özgür kalmanızı ısrarla vurguluyorum? Çok tartışmanız, çok değerlendirmeniz gereken hususlar var. Unutmayın ki, toplumda en fazla aldatılan kadındır, erkek değildir. Özel ilişkilerde daha çok kaybeden taraf kadındır, erkek değildir. Bunu önlemenin yolu, sizi uzun süreli bir özgürlük yaşamı içinde tutabilmek, hiç olmazsa fırsat sunabilmektir.
İşte parti ortamı bence bunun için iyi bir fırsat oluyor. Bizim size yapabileceğimiz en büyük iyilik, bu fırsatı canlı ve diri tutmaktır. Canlı tutmak ve baskı altında olmanıza fırsat vermemektir. Çünkü sizin özgür düşünmeye, özgür temelde durumları değerlendirmeye ve bazı olası ilişkileri özgür temellerde yaşamaya, denemeye ihtiyacınız var.
Mesela ben toplumda sürekli sürükleyiciyim. Bu, benim kendimde yarattığım değerlere direkt bağlıdır. Ama siz adeta yenilenmeye gerek duymuyor, nasıl gelmişseniz öyle gitmek istiyorsunuz.
Kendini yeniden yaratma bir sanattır.
Sanat dünyası kendini yeniden yaratmayla uğraşır.
Devrim en büyük sanat ve en büyük yaratma eylemidir.
Devrimde insan sanattan daha çok kendini yaratabilir.
Ben sanat, kültür konuları ele alınamaz demiyorum, elbette ele alınabilir. Ama bize göre ele alınır, halkların çıkarına göre ele alınır; düzenin sunduklarına ve istemlerine göre değil. Kaldı ki, bu konuda halkın ulusal kültür, halkın ulusal değerleri vardır. Halkın her yerde değer verdiği sanat türleri vardır.
Ülkeyi dolaşıyorlar ama tarihi bir harabeden nasıl yorum çıkarılacağını bilemiyorlar. Bir bölgenin sosyoekonomik oluşumundan haberleri yoktur. Bir aşiret veya kabile hakkında doğru değerlendirme yapmak yok, kişilik çözümlemesi hiç yoktur. Her şey resmi anlayışla nasıl ele alınmışsa öyle ele alınıyor. Dikkat et, o seni inkâr ediyor, o seni yok sayıyor. O halde sen de ona karşı büyük bir savaşım vereceksin, kültür savaşı sanat savaşı vereceksin.
Tüm bunların yanında herkesin işlediği konuları bizim de işlememize gerek yoktur. Biz işçi sınıfının durumunu ele alırız, sadece Kürt halkının değil. Fakat devrimin bakış açısıyla bunları ele alırız. Biraz edebi sezgisi derin olan bir arkadaş, bizim bu büyük çabalarımızın anlamını acaba birkaç romana dönüştürebilir mi? Keşke dönüştürebilse! O yetenekte kimse yoktur. Büyük sezgisi olan birkaç sanatçı gelseydi de biraz aktarabilseydim. Fırsatım olsaydı ben bile yapabilirdim. Yarım kalacak, çoğu da anlaşılmadan gidecek. Düşmanın harap ettiği veya kupkuru bıraktığı bir toprakta nasıl yeşereceksiniz? Kuruyup gitme tehlikeniz var. Biz yeşermeye çalışıyoruz; siz yaşam mahkûmları veya yaşamın katilleri oluyorsunuz. Ağır, hem de çok ağır bir suç! Bazıları cinayet işler, canidir; sizin durumumuz onlarınkinden daha kötüdür. Bu ömrü boşa tüketmek istemiyorum. Ben kendimi ayaklandırdığımda, bütün bunların bilinciyle hareket ettim.
Gerçekleri fazla duymuyorsunuz, değil mi? Yaşam, vatan bütünüyle elinden alınırken, elinde özgürlük diye, şeref diye hiçbir şey kalmazken yaşamı içine sindirmek, yaşamı yaşıyorum demek, yaşama en büyük hakaret oluyor ve maalesef çoğunuz da böylesiniz.
Benim faaliyetim biraz da romantik bir faaliyettir. Bunları bir Kürt insanına anlatmak çok zordur, fakat öyledir. Başka ulusların tarihinde yüzyıllarca edebiyatla, sanatla yapılanı, ben kendi yöntemlerimle bu kısa süreye sığdırmak zorunda kaldım. Çünkü bir sanat faaliyetini bile özgürce yapmak istediğinizde yasaklar vardı, yapamazdınız. Düşman, sanat düzeyinde bile en temel gerçeklere yaklaşımı yasaklıyordu. Dolayısıyla terör ve imhanın bir sonucu da, kendi gerçekliğinden vazgeçme oluyordu. Onları da gidermeye çalıştık. Bütün bunları bıçağın altından kalkmaya, kalkarken aynı zamanda iç içe, yani ölümden kalkarım, yaşamayı bilirim felsefesiyle yapmaya çalıştım. Tabii şimdi istismarcı çoktur; yaşam umudu verdik, fakat çok istismar ediliyor.
Benim takip etme durumum ortadan kalkarsa yazık olmayacak mı, bir düşünün. Diğer önderlere ve kendinizin takip gücüne bakın. Ne yapabilirsiniz? Birbirine çok kolay girer, birbirlerini etkisizleştirir, bırakırlar ve umut biter, diriliş biter, yapılanlar boşa gider. Acizsiniz, fazla derleyip toparlama gücünüz yoktur. İşi selametle götürecek kaç önderiniz var veya içinizden böyle kaç önder çıktı?
Devrimlerin şöyle bir özelliği vardır: Her gün toplumun çıkarı için veya toplum çıkarı için geleceği ilgilendiren ürünlerini geleceğe aktarma gibi özellikte olaylardır. Bizim devrimimizin de bu adımı önemli ürünlerini şimdiden çıkarmıştır. Hem de nasıl? Yerden çimen bitercesine çıkarıyor. Bu anlamda coşku vericidir, yani boşa gitmedi. Kendinizi vermeniz bence anlamlı olmuştur. Kıymetini bilirseniz, bir ömür boyu hepinize yeter. Basit değildir.
Kürt kişiliği burada yaratıldı, biliyorsunuz. Benim için büyük bir çelişkiydi. Kürt kişiliği denilince ne kadar kahroluyordum, çıkış bulamıyordum. Çaresiz, örgütsüz, silahsız binlerce duygularınız üzerine, düşünceleriniz üzerine umutsuzluk yaymaktan başka bir şey vermeyen ilişki. O insanlar, o dağlar öyle olmamalı diye yana yakıla dolaşıp duruyorum. Her gezdiğim şehir, köy ve yanından geçtiğim dağ ve vadi karşısında, bir halk bunlara bu kadar geri düşmemeli diyordum. Buralar böyle bizim yaşamımız süresince de sahipsiz kalmamalı duygusuyla hareket ederdim. Çok yerleri dolaşıp durdum, hatırlıyorum.
Sizin dediğiniz anlamda hüzünlü duygular oralar için geçerliydi. Hüzünlü zamanlardı, çünkü sahip çıkmama tehlikesi vardı. İnsanları görüyordum, delikanlı ve kızları görüyordum, işte o zaman hüzünleniyordum. Çünkü bunlara sahip çıkamama vardı ve istediğimiz gibi sahip çıkamadık. Şimdi öyle değil. Sahip çıkma imkânı yakalandıktan sonra, hüzün yerini coşkuya bıraktı. Biraz da yapacağımı yaptım. Eylemimi sonuç düşüncesine, duygusuna bıraktım. Her şeyi bırakıyorken, sanki ayağımın altından kumlar kayıyordu. 1980 öncesi ve burada da 15 Ağustos Atılımı dönemi yine ayağının altından kumlar hızla kayabiliyordu. Ne kadar basıyorsak kayıyordu. Şimdi vurup ilerleme imkânı doğdu. Bunun hikâyesi uzundur.
Hikâyesini bazı zeki, çok duyarlı, sanat gücü olanlara anlatmak gerekir. Müzikle, edebiyatla, onun çeşitli biçimleriyle, hatta siyasi tarih anlatımlarıyla işlenir. Halkların davası basit değildir. Sizler bin defa yemiş, bir defa cevap vermemiş kişilikler oluyorsunuz. Zulmün, hakaretin, soysuzlaştırmanın, hiçleştirmenin ne olduğunu fazla yüreğine, beynine yediremeyenler oluyorsunuz. Türk gerçeği nasıl biçmiş sizi? Kabul etmeye yanaşır mısın kendini? Yanaşırsan, sonuçlarına ne kadar katlanırsın?
Sizi böyle eleştirirken, hatta üzerinize sert gelirken, tarihte sizin için olup bitenlere ve size her gün yağdırılan hakaretlere karşılık veremediğiniz için bunu söylüyorum. Onun için gök gürlemesi gibi olamıyorsunuz. Ama gök bir başka yerde de gürleyebiliyor ve gürleme zamanıdır.
Varılmak istenilen ulusal, toplumsal gerçeğe ihanet etmeden, yabancılaşmayı çok katmerli yaşamadan katılabilmek önemlidir. Sanatın da amacı budur, buna yol açar.
İhanete bulaşmamak kadar gafleti de yaşamamak, gafleti de bir yaşam biçimi olarak benimsememek çok etkili bir devrimcileştirme tarzının gereğidir. Bunu iliklerine kadar yaşayamayanlar gafleti anlamazlar, gafilliğe karşı çıkamazlar. Gafil kimdir, büyük gafiller kimlerdir? Belki de vatan adına, halk adına bir şeyler yapıyorum deyip de kendi kendini kaptıranlar büyük gafiller olabilir. Bu maskeliler dediklerimin bir kısmı hain, bir kısmı gafil olabilir. Eğer direkt düşmanla ilişkisi varsa haindir. Yok, iyi niyetlice bir şeyler yaptığını sanıyorsa, bu bir gaflettir, büyük gafildir. Maalesef halkımız içinde bu gafillerden fazlasıyla var. En azından hainler tarafından, sömürgeciler tarafından, işgalciler tarafından yüzyıllardan beridir gaflet bir yaşam biçimi olarak egemen kılınmıştır.
Gafletin gözü kördür, kulağı sağırdır, ruhu duyarsızdır.
Derin duyamaz, derin düşünemez, derin göremez; görmek istemez de. Onun için düşünür olamaz, sanatkâr olamaz. Gafiller toplumundan büyük sanatkâr çıkar mı, büyük sanatçı çıkar mı? Çıkamaz tabii ki!
Genelde devrimlerde, özelde ise bizim devrimimizde bir sanatın oluşmasına dikkat etmek gerekiyor. Devrimci militanın devrimci eylemi bir sanat gibi işlemesi gerekiyor. Devrim en yüce sanat, devrimci ise en büyük sanatkârdır. Bu da dikkate alındığında, düşüncelerinizi, duygularınızı, eylemlerinizi, hatta fiziğinizi de bir sanatkâr gibi geliştireceksiniz. Bunlar son derece birbirine bağlıdır, sanatkâranedir. Gerekleri yapılırsa yaşam dünyası, sevgi dünyası anlam kazanabilir. Bizim devrimimiz başka türlü anlaşılmamalı, yorumlanmamalıdır. Birçoğu yıkma hareketi olarak görebilir, öfke hareketi olarak değerlendirebilir. Ama görüyorsunuz ki, hareketimiz yeniden inşa hareketi, sevgiye en kutsal değeri verme hareketidir. Duygulara, sevgilere en doğru temelde ve en yüce biçimde ulaşmanın hareketidir. Bu da ne anlama gelir? Oradaki mücadele ve örgütün yürüyüş tarzı, en mükemmele yakın tarzdır, kişilikleri ise kahramancadır.
Siz kadınların da -bütün çabama rağmen- yarattığınız şeyler sınırlı kalıyor. Mesela en cüretkâr davranışı ben gösterdim. Kadının bir araya gelmesinde, dağlara çekilmesinde, geleneksel kurumların içinden çekilmesinde çok büyük çaba gösterdim. Çok dikkat çekici ve ileri düzeyde bir gelişme olduğunu dünya biliyor. Yine de çok yetersizdir. Bir defa kabul edilecek kadın kimdir, erkek kimdir sorusu da çok önemlidir. Mümkün olsaydı da roman türü, sinema türü veya başka sanat türleri ile bu tiplemeyi başarıyla yapsaydık.
Esas alacağımız kadın tipi, erkek tipi nasıl olmalıdır?
Nasıl yaşamalıdır?
Dikkat edin, bu konuda çözümlemeler en önemli araçtır. Bu konuda çok hassasım. Hamal gibi kadın, turp gibi adam kaç para eder? Devrimin en önemli bir amacı da, ince ve heykel gibi adam yetiştirmek veya yaşanabilecek insanı yaratabilmektir. Dikkat edin, birbirimize karşı yaşamıyoruz. Yaşanabilir adamın kişilik tipi ilişki düzenine bağlıdır. Bundan kaçıyorsunuz. Neden kaçıyorsunuz? Neden kaçtığınızı biliyor musunuz? Çirkinsiniz de ondan. Yani çirkin olduğunuz için kaçıyorsunuz. Çirken derken, yalnız fizik anlamda demiyorum, ruh ve düşünce anlamında diyorum. Ruh dünyası, düşünce dünyası sizde çok çapraşıktır. Ayıp olmasın, ama kendimi de fazla beğenmiyorum.
Her gün raporları okuyorum. Birbirini beğenen var mı? Neredeyse herkes birbirini suçluyor. Yaşamdan ne anladık? Utanmadan hem bunu yazıyorlar, hem de yaşıyorlar.
Devrimcilik farklı bir olaydır. Sizinki dürüst işçi-köylü çalışmasına denk düşüyor. Devrimcilik büyük sanatkârane ve artistik bir olaydır. Ben bile acaba devrimin otoritesini kendimde ne kadar temsil ediyorum diye düşünüyorum. Devrime kıyıyor muyum, devrimi çirkinleştiriyor muyum diye kendimi her gün sorguluyorum. Bu ne demektir? İlişkilere ne kadar düzen verdim? Başaramazsam, kendimi büyük suçlu olarak görüyorum. Ama size bakıyorum, hiç bu soruları kendinize sormuyorsunuz bile.
İnsan halinize acıyor. Yaklaşılacak kişi kim, uyum sağlanacak kişi kim, benimsenecek kişi kim? Hâlbuki devrim farklı büyüklüğü ifade eder. Uğruna binlerce eserin yazıldığı bu hususları bir çırpıda kendi gerçeğimizde çözmeyeceğiz. Ama yine de dışlayamayız, meseleyi örtbas edemeyiz.
Çözüm diyorsunuz, bunlar çözüm için temel verilerdir.
Ermenilerden çok sanatkâr çıkar. Bence katliamla ilişkisi var. Yürekten çalmasını bilirler. Şimdi de düşmana hizmet ediyorlar. Ruhi Su'nun kökeninde Ermeni olduğunu araştıran biri vardı? Yeni bir şarkıcı vardı, Coşkun Sabah mıydı? Ermeniler bu kültürün zenginliğinden şimdi de sosyeteyi şenlendiriyorlar. Aram'ın yüreği bizden yana çalıyor, ancak çoğu da emperyalizme çalışıyor. Fransa'da Ermeni asıllı Charles Anzavour diye biri var. Benim için tarih biraz bunları duyumsamaktır. Aslında o kişilere belki bu topraklar yol verdi. Bu topraklardan çıktılar, şimdi çoğu başkalarına çalışıyor.
REBER APO

0 yorum:

 

My Blog List

Hello

Ortaya çıkan çeteleşme eğilimlerini erkenden tespit edememe ve yeterince tavır koyamama ikinci önemli stratejik yetmezliktir. Bu rolü güvenilir arkadaşlara bırakmak dogmatizmin diğer bir sonucudur. O kadar soylu değeri çarçur ederlerken, mutlaka fark edebilmeli ve dur diyebilmeliydim. PKK'nin bütün soylu çabalarına en büyük darbeyi bu yönlü gelişmeler vurmuştur. Adeta canavarlaşmış bazı kişiliklerin inanılmaz nitelik arz etmelerinin izahı güçtür. Büyük emeklerle hazırlanan yapının bu öğelere kolay teslim olması daha da anlaşılmaz konudur. Bendeki müthiş arkadaşlık anlayışı hep en iyisini yaparlar, en dürüstüdürler, ellerinden gelmeyecek iş yoktur, çağdaş havarilerdir biçimindeki dogmatizme varan inanış bu gelişmelerde etkili olmuştur. Geç uyandık. Tam uyandığımızda veya fark ettiğimizde, stratejik olarak hem zaman hem büyük çabaların ürünü başta genç savaşçılar, halk, maddi ve manevi birçok değer kaybedilmişti.1992-1993 derslerini daha derinliğine çıkarmalıydım. Irak-Kuveyt krizi ile 1991'de ülkedeki gruplarla olmak daha doğru olacaktı. 1982'lerde yapmadığım işi, atmadığım adımı bu sefer yapma ve atma biçiminde olmalıydı. Ortadoğu çalışmalarını ikinci plana bırakmak gerekirdi. Fakat aynı yaklaşım, yoğun takviyeler altından başarıyla kalkılacağına beni inandırmıştı. Binlerce nitelikli kadro içinden mutlaka sürece cevap verenlerin çıkacağı hep beklenmişti. Fakat hareketin bağrındaki çetecilik ve sorumsuz merkezi yaklaşım tüm katkıları boşa çıkarıyordu. Tarih göz göre göre başarısızlığa götürülüyordu. Disiplin ve fedakarlıkla fazla değer kurtarılamaz, görevler başarılamazdı. 1992 sonlarındaki Osman Öcalan'ın YNK ile boyun eğmeyi andıran uzlaşması, Murat Karayılan ve Cemil Bayık'ın intiharvari çabaları tesadüfen birleşerek sürecin daha büyük kaybını önledi. Köklü ders çıkarılması gereken nokta buydu. Ülke içi ihmal edilmemekle birlikte, merkezi kadro yapısının köklü çözümüne ihtiyaç vardı. Bunu Suriye üzerinde yeni okullar açmayla telafi etme ve aşırı tekrarlama çalışmaları beni oldukça tıkadı. Çabaların anlamı pek kalmamıştı. Bizzat müdahaleyi yapmada geç kalmıştım. O kadar değer kaybından sonra yönelmeyi kendime yediremiyordum. Tıkanmayı askeri değil, siyasi yollardan açma deneyimi daha anlamlı geliyordu. Askeri yönelim toptan intihara götürebilirdi. Siyasi çalışma ise, daha potansiyelli hareketi mümkün kılabilirdi. Yapıda tekdüzelik sürdü. Aynı tarz çalışmalar KONGRA GEL dönemine kadar yansıdı. Son iç bunalımların kökeni aslında ülkeye gidiş ve orada üsleniş, çalışma tarzı ve temel taktik anlayışların bir devamından ibarettir. Özeleştiriler anlamlı yapılmamıştı. Eski kişilik ve çalışma tarzında ısrar vardı. Bu da her zaman ve her yerde anlamsız kayıplara, yerine getirilemeyen görevlere, acılara ve sonuçta tasfiyelere yol açmaktan öteye gidemezdi.İkinci yaşam dönemi devlet odaklı olduğundan, ama daha henüz yitirilmemiş komünal demokratik duruş özelliklerinden ötürü çelişkiliydi. Sonucu bu çelişkilerin boğuşması belirleyecekti. 15 Şubat 1999 aynı zamanda devlet odaklı yürüyüşe ölüm darbesi indirmişti. Eğer devlet odaklı particilik, devletçilik bir hastalıksa, o halde 15 Şubat 1999'da tüm kapitalist dünya devletlerinin bana vurduğu darbe aynı zamanda üçüncü doğuşum için bir ilaç, bir ebelik rolünü oynayacaktı.Üçüncü yaşam dönemi, eğer adına ve özüne yaşam denilebilecekse, 15 Şubat 1999'dan sonuna kadar gidilebilecek aşama olarak ayrıştırılabilir. Belirgin niteliği, genelde devlet odaklı, özelde kapitalist modern yaşamdan kopuşla başlamasıdır. Tekrar yaban yaşama koşmuyorum. On bin yıl öncesine gidecek değilim. Ama insanlığın bazı temel değerlerinin o yıllarda gizli olduğu da kesindir. Uygarlığın bin bir hile ve zorbalıkla kestiği o dönem insanlığı bilimsel teknik seviyeyle bütünleştirilmedikçe, insanın gerçek kurtuluşu, özgürlüğü mümkün olamazdı.Uygarlık ve devlet odaklı yaşamdan kopmak gerileme değildir. Tersine doğadan ölümcül kopuşa, kan ve yalana dayalı şişirilmiş iktidar kişiliğinden vazgeçme belki de en temelli sağlığa kavuşma imkanıdır. Hastalıklı toplumdan sağlıklı topluma, sıkboğaz, obez, çevreden kopmuş, bir nevi kanserleşme olan aşırı şehirleşmiş toplumdan ekolojik topluma, tepeden tırnağa otoriter ve totaliter devletli toplumdan komünal demokratik ve özgür eşit topluma doğru bir yöneliş söz konusudur. Avcı kültürüyle hayvan katliamına, uygarlığın insan katliamına, kapitalizmin doğa felaketine yol açan zincirleme halkasından kurtulma yeni bir insanlığa kapıyı aralayabilir. Hayvanlarla dost, doğayla barışmış, kadınlarla dengeli güç yapısına dayanan, barışçıl, özgür eşit, aşklı yaşam, bilim ve tekniğin gücünü savaş ve iktidarın oyuncağı olmaktan çıkarmış ahlaklı politik bir kişilik, beni, en azından ENKİDU'yu şehre ve devlete bağlıyan çekim gücü kadar çekiyor, anlamlı kılıyor. Tek kişilik tutukevinin yarattığı bir özlemden kesinlikle bahsetmiyorum. Büyük bir düşünsel, ruhsal paradigmadan bahsediyorum. Kategorik yaklaşımdan, büyük güce tapınmadan, çağın, tüm uygarlıkların kan lekeleri altında parıldayan yaldızlı yaşamlarından gerçekten hem bıktım hem nefret ediyorum.Çocukken genlerime işlemiş avcı kültüründen ötürü gözümü kırpmadan başlarını kestiğim, kopardığım, kurnazca avladığım kuşlardan, vurduğum hayvanlardan özür dilemekle başlamak istiyorum yeni yaşam dönemime. En büyük saadetin kaşaneli köşklerde değil, yeşil çevreli kulübemsi mekanda yaşandığına inanıyorum. Doğayı tüm renkleri, sesleri ve anlamları içinde dinleyerek, bütünleşerek yaşamın erdemine ulaşılacağına inanıyorum. Gerçek ilerlemenin dev kentlerden ve iktidar otoritelerinden geçmediğine, tersine bunların en büyük hastalık kaynağı olduğuna; buna karşın eski köyü de, yeni kenti de aşmış, ekolojik yerleşimi bilimin ve tekniğin en son verileri ile karşılayan bir mekansal yaşamın gerçek devrim olduğuna inanıyorum. Aradaki kocaman uygarlık yapılarının insanlığın mezarı olduğuna inanıyorum. Bir gelecek yürüyüşü olacaksa, bu gerçekler temelinde olursa anlamlı ve yürümeye değer olduğuna inanıyorum.Hiyerarşik devletçi sınıf uygarlığından kopmak en büyük özeleştiridir. Bunu başaracağıma inanıyorum. İnsanlığın çocukluğuna, emekçilerin, halkların unutturulmuş tarihine, kadınların, çocukların ve çocuk ihtiyarların ütopyalarındaki özgür eşit dünyalarına katılmayı, başarıyı orada sağlamayı daha çok istiyorum.Bunların hepsi ütopya. Ama bazen ütopyalar mezardan beter yapılar içindeki yaşamın tek kurtarıcı esinidir. Günümüzdeki mezarlardan beter yapılardan tabii ki öncelikle ütopyayla çıkış yapılacaktır. Durumum hiçbir insana benzemiyor. Benzemesini de istemiyorum. Daha iyi anladığıma, hissettiğime göre iyi yoldayım. Anlamın ve hissin yaşattığı bir insan en güçlü insandır. Büyüklere benzeme günahını bir daha işlemeyeceğim kesindir. Zaten benzemeyi ne çok istedim ne de becerdim. İnsanlığın geçmişi daha gerçektir. Ona saygılı olacağım ve yaşamı orada arayıp bulacak ve yeniden başlatacağım. Gelecek bu çabaların işleyiş halinden başka bir şey değildir.Hep kendimi mi düşünüyorum? Değil. Savunmam tüm insanlık için bir şeyler öğretebilir. Yeniden yapılanmış PKK bütün soylu arkadaşlarımı, anlam gücü ve iradesi olan yoldaşlarımı birleştirebilir. KOMA GEL tüm Kürdistan halkını ve dostlarını demokratik bir çatı olarak toparlayabilir. Yaşamımıza, ülke ve toplumumuza rasgele saldıracaklara karşı HPG iyi bir savunma savaşı verebilir; anlayışsız, zalim ve haksızdan hesap sorabilir. En soylu kadınlarımız tüm zamanların tanrıça olgunluğu, anlayışlılığı, melek saflığı ve azizeliği ve Afrodit güzelliğini kimliğinde bütünleştiren PAJK'da birleşebilir.Bu savunmayla temel insanlık anlayış ve idealimi uygarlığın son temsilcisi olarak hayli gururlu ve kendinden emin AB'nin yargı organı AİHM'e sunarken, olumlu beklentilerden ziyade, sistemin kar büyücülüğüne alet olmaktan öteye bir rol oynamayacağından ötürü üzüntülerimi belirtebilirim. Daha demokratik, özgür ve adil toplum dileklerimle saygılarımı sunarım.27 Nisan 2004Tek Kişilik Tutukevi/ Mudanya/ BursaAbdullah ÖCALAN

Mezopotamia History © 2008 Business Ads Ready is Designed by Ipiet Supported by Tadpole's Notez