2 Ağustos 2009 Pazar

Çandar, Birand ve Congar ‘Yol Haritası’nı değerlendiriyor



Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 15 Ağustos’a kadar açıklaması beklenen yol haritası Türk aydınları tarafından tartışılıyor. Gazeteci Cengiz Çandar, “Beğenin beğenmeyin, ister kızın ister köpürün, Abdullah Öcalan'ın bir ‘gücü’ var...” derken M. Ali Birand, Öcalan’ın yapacağı açıklamanın küçümsenmemesi gerektiğini vurguladı. Yasemin Çongar ise Öcalan’ın resmen değil, fiilen muhatap olduğunu kaydetti.

ÇANDAR: ÖCALAN’IN BİR GÜCÜ VAR

Referans gazetesi yazarı Cengiz Çandar, “Öcalan’ın yol haritasına doğru” başlıklı yazısında Öcalan ile ‘Resmi’ Türkiye’nin Kürt sorununa ilişkin kendi yol haritalarını sunacaklarını belirterek, önümüzdeki günlerin Kürt sorununun ‘şiddetten arındırılması’ yönünde gerçekten bir tarihi fırsat sunabileceğini yazdı.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun, “Türkiye kendi iradesiyle çözümler üretir. Bunun meşru zeminleri bellidir. Bunların dışında zemin aramamak lazım” açıklamasına dikkat çeken Çandar şöyle diyor: “Sorunun çözümünde ‘devlet’in ön alacağını ve Abdullah Öcalan'ın ‘yol haritası’ndan daha önce bir şeyler açıklayacağının ‘ön habercisi’. Davutoğlu'nun sözlerini böyle ‘deşifre’ edersek, açıklaması anlam ve değer kazanıyor. Yani, çok yakında hükümetten Kürt sorununa ilişkin bir ‘çıkış’ bekleyebiliriz.”

Çandar, Kürt sorunu ile PKK sorununun aynı şeyler olmadığını savunan, ancak gelinen noktada ikisini birbirinden tümüyle ayırabilenin kolay ve gerçekçi olmadığını kaydettikten sonra şunları belirtiyor: ‘PKK, Kürt sorununun şiddet boyutunu ifade ediyor. Dolayısıyla şiddet boyutundan arındırılmadan, sorunun çözüm çabaları da bir yerde, herhangi bir aşamada tıkanıyor. Sorunu öncelikle şiddet boyutundan arındırmak gerekiyor. Abdullah Öcalan ismi, sorunun ta kendisi değilse bile ‘sorunun parçası’ olarak algılandı. Ya Abdullah Öcalan'ı ‘sorunun parçası’ olarak bırakacaksınız veya o ismi ‘çözümün bir parçası’ haline dönüştüreceksiniz…..”

“Beğenin beğenmeyin, ister kızın ister köpürün, Abdullah Öcalan'ın Türkiye Kürtlerinin ve hatta Kürt diasporasının hatırı sayılır bir bölümü üzerinde bir etkisi, bir ağırlığı var. Dolayısıyla beğenin beğenmeyin, ister kızın ister köpürün, Abdullah Öcalan'ın bir ‘gücü’ var...

Abdullah Öcalan'ın ‘çözümün bir parçası’ haline gelmesiyse, onun açıklayacağı ‘yol haritası’nın, sorunun ‘şiddet boyutu’ndan arındırılmasına ciddi, gerçek ve somut bir katkı sunması olur. Bu yönde bir ‘yol haritası’ oluşturulması teşvik edilmelidir...

Kürt sorununun şiddetten arındırılması demek, kimisinin PKK'lıların silahsızlandırılması olarak ifade ettikleri amaç, PKK'nın bir ‘silahlı asi örgüt’ olarak varlığını sürdürmesine gerek bırakmayacak, Türkiye'de Kürtlerin yasal zeminler üzerinde siyaset yapabilecekleri bir ortamı, hukuki yapısıyla oluşturmak demektir…

'Resmi Türkiye, 15 Ağustos'tan önce Kürt sorununa ilişkin kendi ‘yol haritası’nı açıklar ve bunun içeriği bir nebze İspanya'ya yaklaşırsa, Abdullah Öcalan'ın ‘yol haritası’nı da etkileyebilir. Önümüzdeki günler, Kürt sorununun ‘şiddetten arındırılması’ yönünde gerçekten bir ‘tarihi fırsat’ sunabilir...”

BİRAND: ÖCALAN’IN AÇIKLAMASI KÜÇÜMSENMEMELİ

Gazeteci M.Ali Birand ise “Çözüm merkezi Ankara ise…” başlıklı yazısında Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Ankara’da gazetecilere yaptığı açıklamaya işaret ederek “Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun dün Ankara’da gazetecilerle yaptığı basın toplantısında iki nokta çok dikkatimi çekti.

Bunların en başında geleni, Öcalan’ın 15 Ağustos’ta yapacağı açıklama ile ilgili bölümüydü.

Davutoğlu, doğrusuna dikkat çekmiş. Kürt Sorunu ve PKK terörü konusunda çözüm merkezinin Ankara olduğunu açıklamış” dedi.

Birand, ancak Öcalan’ın yapacağı açıklamayı da küçümsememek gerektiğini kaydederek şöyle diyor: “Davutoğlu’ndan herşeyi açıkça anlatmasını, paylaşmasını gayet tabi bekleyemezdik. Ancak Öcalan’ın yapacağı açıklamayı da küçümsememek gerekir. İmralı’nın açılımı, sorunu daha da zora sokabilir veya kolaylaştırabilir. Türkiye’yi rahatlatabilir veya gerilimi arttırabilir. Unutmayalım ki, Öcalan İmralı’da tutulsa dahi, hem Kürt kökenli vatandaşlarımızın bir bölümü, hem de PKK üstünde önemli prestiji vardır.

Davutoğlu somut verilerle ortaya çıkmadı, ancak yine de bazı hazırlıkların yapıldığının işaretlerini verdi. Yeter ki, zamanlama iyi ayarlansın ve atılacak adımlarda geri kalınmasın. Eğer gerçekten “tarihi bir süreçten” geçiliyor ise, bu süreci iyi yönetmek gerekiyor. Kamuoyu ‘birşeyler olacağı2 yönünde hazırlandı. Şimdi ‘olmadı, biz vazgeçtik’ denemez. Zira gerçekten, tüm işaretler bir şeyler olacakmış, bazı adımlar atılacakmış gibi geliyor. Bu fırsat yanlış yönetişim nedeniyle kaçırılmamalı.”

CONGAR: ÖCALAN FİİLİ MUHATTAP

Taraf gazetesinden Yasemin Çongar ise Öcalan’ın resmen değil, fiilen muhatap olduğunu söylüyor:

“…Kürt meselesi, bence Türkiye’nin en hayati meselesidir. İki nedenle böyle: Hem bu devletin demokratikleşme, sivilleşme, şeffaflaşma alanındaki zafiyetinin acısını en çok Kürtler çektiği için, hem de Kürt meselesi ve onun beslediği savaş sona ermedikçe bu ülkenin tam anlamıyla demokratikleşmesi, sivilleşmesi, şeffaflaşması hayal olduğu için...

Bu memleket, çeyrek yüzyıllık savaşın topraklarına gömdüğü suç ve şer mirasını söküp atmadıkça ve bu devlet, savaşın yamacında, eli silahsız Kürtlere ettiği zulmün günahından arınmadıkça “temiz” bir ülkede yaşayamayacağız hiçbirimiz...”

Öcalan’ın avukatları ile bir görüşmede, sözü Başbakan’a getirip “Kürt sorununda mecbur kaldığı için birtakım adımlar atıyor” dediğini anımsatan Çongar, şöyle devam ediyor: “İşin ironik yanı şu ki ben de aynen böyle düşünüyorum ve ‘mecburiyet’ olgusunu her türlü ideolojik tercih veya siyasi niyetten daha çok önemsediğim, daha kuvvetli ve güvenilir bulduğum için de, hem Başbakan’ın hem de başta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Emre Taner olmak üzere etkin bürokratların, Türkiye’nin bu savaşı bitirmeye artık ‘mecbur’ olduğunu anlamalarını çok değerli buluyorum.”

Bugün Kürt meselesinin barışçı çözümünün birçok düzeyde ve birçok katman için varoluşsal bir mesele olduğunu kaydeden Çongar: Barışçı çözümün ‘mecburiyet” halini alması “mutlak” olduğu anlamına gelmiyor ama siyasi, iktisadi, diplomatik alanda birçok iç ve dış vektörün aynı yöne doğru hareketlenmesini sağlıyor. Öcalan, bu hareketlenmenin en önemli unsurlarından biri.… Lâfı dolandırmadan söyleyeyim; devlet barışçı çözüm için Öcalan’ı muhatap alması gerektiğinin farkında. Ve bu, dün de bu sütunda yazdığım gibi, ‘resmen’ değil, ‘fiilen’ gerçekleşecek…

... Öcalan yapacağı açıklamayla, Türkiye’nin kaderini belirleyebilecek güce halen sahip… Öcalan’ın bugün artık dağdan ziyade, şehirde etkili bir lider olduğuna inanıyorum. Öcalan’ın söyleyeceği sözün gücü, dağdaki militanın ona kulak verecek olmasından belki daha da fazla, ovadakilerin onu dinleyecek olmasında. Öcalan, devlet için “mecburi bir muhatap” çünkü Güneydoğu’nun kentlerinde, kasabalarında, köylerinde, toz toprak içinde, yalın ayaklarıyla koşuşturan binlerce küçük kız ve oğlanın dillerinden bugün hâlâ düşmeyen tekerleme ‘Biji Apo’ diye başlıyor. ‘Dağın’ ise, bir kadın militanın bana bir buçuk yıl önce karlı bir Kandil gecesinde söylediği gibi ‘kendine özgü bir şeriatı var...’ Ve Öcalan’la devletin ortak zorluğu da esas burada.”

ANF NEWS AGENCY

0 yorum:

 

My Blog List

Hello

Ortaya çıkan çeteleşme eğilimlerini erkenden tespit edememe ve yeterince tavır koyamama ikinci önemli stratejik yetmezliktir. Bu rolü güvenilir arkadaşlara bırakmak dogmatizmin diğer bir sonucudur. O kadar soylu değeri çarçur ederlerken, mutlaka fark edebilmeli ve dur diyebilmeliydim. PKK'nin bütün soylu çabalarına en büyük darbeyi bu yönlü gelişmeler vurmuştur. Adeta canavarlaşmış bazı kişiliklerin inanılmaz nitelik arz etmelerinin izahı güçtür. Büyük emeklerle hazırlanan yapının bu öğelere kolay teslim olması daha da anlaşılmaz konudur. Bendeki müthiş arkadaşlık anlayışı hep en iyisini yaparlar, en dürüstüdürler, ellerinden gelmeyecek iş yoktur, çağdaş havarilerdir biçimindeki dogmatizme varan inanış bu gelişmelerde etkili olmuştur. Geç uyandık. Tam uyandığımızda veya fark ettiğimizde, stratejik olarak hem zaman hem büyük çabaların ürünü başta genç savaşçılar, halk, maddi ve manevi birçok değer kaybedilmişti.1992-1993 derslerini daha derinliğine çıkarmalıydım. Irak-Kuveyt krizi ile 1991'de ülkedeki gruplarla olmak daha doğru olacaktı. 1982'lerde yapmadığım işi, atmadığım adımı bu sefer yapma ve atma biçiminde olmalıydı. Ortadoğu çalışmalarını ikinci plana bırakmak gerekirdi. Fakat aynı yaklaşım, yoğun takviyeler altından başarıyla kalkılacağına beni inandırmıştı. Binlerce nitelikli kadro içinden mutlaka sürece cevap verenlerin çıkacağı hep beklenmişti. Fakat hareketin bağrındaki çetecilik ve sorumsuz merkezi yaklaşım tüm katkıları boşa çıkarıyordu. Tarih göz göre göre başarısızlığa götürülüyordu. Disiplin ve fedakarlıkla fazla değer kurtarılamaz, görevler başarılamazdı. 1992 sonlarındaki Osman Öcalan'ın YNK ile boyun eğmeyi andıran uzlaşması, Murat Karayılan ve Cemil Bayık'ın intiharvari çabaları tesadüfen birleşerek sürecin daha büyük kaybını önledi. Köklü ders çıkarılması gereken nokta buydu. Ülke içi ihmal edilmemekle birlikte, merkezi kadro yapısının köklü çözümüne ihtiyaç vardı. Bunu Suriye üzerinde yeni okullar açmayla telafi etme ve aşırı tekrarlama çalışmaları beni oldukça tıkadı. Çabaların anlamı pek kalmamıştı. Bizzat müdahaleyi yapmada geç kalmıştım. O kadar değer kaybından sonra yönelmeyi kendime yediremiyordum. Tıkanmayı askeri değil, siyasi yollardan açma deneyimi daha anlamlı geliyordu. Askeri yönelim toptan intihara götürebilirdi. Siyasi çalışma ise, daha potansiyelli hareketi mümkün kılabilirdi. Yapıda tekdüzelik sürdü. Aynı tarz çalışmalar KONGRA GEL dönemine kadar yansıdı. Son iç bunalımların kökeni aslında ülkeye gidiş ve orada üsleniş, çalışma tarzı ve temel taktik anlayışların bir devamından ibarettir. Özeleştiriler anlamlı yapılmamıştı. Eski kişilik ve çalışma tarzında ısrar vardı. Bu da her zaman ve her yerde anlamsız kayıplara, yerine getirilemeyen görevlere, acılara ve sonuçta tasfiyelere yol açmaktan öteye gidemezdi.İkinci yaşam dönemi devlet odaklı olduğundan, ama daha henüz yitirilmemiş komünal demokratik duruş özelliklerinden ötürü çelişkiliydi. Sonucu bu çelişkilerin boğuşması belirleyecekti. 15 Şubat 1999 aynı zamanda devlet odaklı yürüyüşe ölüm darbesi indirmişti. Eğer devlet odaklı particilik, devletçilik bir hastalıksa, o halde 15 Şubat 1999'da tüm kapitalist dünya devletlerinin bana vurduğu darbe aynı zamanda üçüncü doğuşum için bir ilaç, bir ebelik rolünü oynayacaktı.Üçüncü yaşam dönemi, eğer adına ve özüne yaşam denilebilecekse, 15 Şubat 1999'dan sonuna kadar gidilebilecek aşama olarak ayrıştırılabilir. Belirgin niteliği, genelde devlet odaklı, özelde kapitalist modern yaşamdan kopuşla başlamasıdır. Tekrar yaban yaşama koşmuyorum. On bin yıl öncesine gidecek değilim. Ama insanlığın bazı temel değerlerinin o yıllarda gizli olduğu da kesindir. Uygarlığın bin bir hile ve zorbalıkla kestiği o dönem insanlığı bilimsel teknik seviyeyle bütünleştirilmedikçe, insanın gerçek kurtuluşu, özgürlüğü mümkün olamazdı.Uygarlık ve devlet odaklı yaşamdan kopmak gerileme değildir. Tersine doğadan ölümcül kopuşa, kan ve yalana dayalı şişirilmiş iktidar kişiliğinden vazgeçme belki de en temelli sağlığa kavuşma imkanıdır. Hastalıklı toplumdan sağlıklı topluma, sıkboğaz, obez, çevreden kopmuş, bir nevi kanserleşme olan aşırı şehirleşmiş toplumdan ekolojik topluma, tepeden tırnağa otoriter ve totaliter devletli toplumdan komünal demokratik ve özgür eşit topluma doğru bir yöneliş söz konusudur. Avcı kültürüyle hayvan katliamına, uygarlığın insan katliamına, kapitalizmin doğa felaketine yol açan zincirleme halkasından kurtulma yeni bir insanlığa kapıyı aralayabilir. Hayvanlarla dost, doğayla barışmış, kadınlarla dengeli güç yapısına dayanan, barışçıl, özgür eşit, aşklı yaşam, bilim ve tekniğin gücünü savaş ve iktidarın oyuncağı olmaktan çıkarmış ahlaklı politik bir kişilik, beni, en azından ENKİDU'yu şehre ve devlete bağlıyan çekim gücü kadar çekiyor, anlamlı kılıyor. Tek kişilik tutukevinin yarattığı bir özlemden kesinlikle bahsetmiyorum. Büyük bir düşünsel, ruhsal paradigmadan bahsediyorum. Kategorik yaklaşımdan, büyük güce tapınmadan, çağın, tüm uygarlıkların kan lekeleri altında parıldayan yaldızlı yaşamlarından gerçekten hem bıktım hem nefret ediyorum.Çocukken genlerime işlemiş avcı kültüründen ötürü gözümü kırpmadan başlarını kestiğim, kopardığım, kurnazca avladığım kuşlardan, vurduğum hayvanlardan özür dilemekle başlamak istiyorum yeni yaşam dönemime. En büyük saadetin kaşaneli köşklerde değil, yeşil çevreli kulübemsi mekanda yaşandığına inanıyorum. Doğayı tüm renkleri, sesleri ve anlamları içinde dinleyerek, bütünleşerek yaşamın erdemine ulaşılacağına inanıyorum. Gerçek ilerlemenin dev kentlerden ve iktidar otoritelerinden geçmediğine, tersine bunların en büyük hastalık kaynağı olduğuna; buna karşın eski köyü de, yeni kenti de aşmış, ekolojik yerleşimi bilimin ve tekniğin en son verileri ile karşılayan bir mekansal yaşamın gerçek devrim olduğuna inanıyorum. Aradaki kocaman uygarlık yapılarının insanlığın mezarı olduğuna inanıyorum. Bir gelecek yürüyüşü olacaksa, bu gerçekler temelinde olursa anlamlı ve yürümeye değer olduğuna inanıyorum.Hiyerarşik devletçi sınıf uygarlığından kopmak en büyük özeleştiridir. Bunu başaracağıma inanıyorum. İnsanlığın çocukluğuna, emekçilerin, halkların unutturulmuş tarihine, kadınların, çocukların ve çocuk ihtiyarların ütopyalarındaki özgür eşit dünyalarına katılmayı, başarıyı orada sağlamayı daha çok istiyorum.Bunların hepsi ütopya. Ama bazen ütopyalar mezardan beter yapılar içindeki yaşamın tek kurtarıcı esinidir. Günümüzdeki mezarlardan beter yapılardan tabii ki öncelikle ütopyayla çıkış yapılacaktır. Durumum hiçbir insana benzemiyor. Benzemesini de istemiyorum. Daha iyi anladığıma, hissettiğime göre iyi yoldayım. Anlamın ve hissin yaşattığı bir insan en güçlü insandır. Büyüklere benzeme günahını bir daha işlemeyeceğim kesindir. Zaten benzemeyi ne çok istedim ne de becerdim. İnsanlığın geçmişi daha gerçektir. Ona saygılı olacağım ve yaşamı orada arayıp bulacak ve yeniden başlatacağım. Gelecek bu çabaların işleyiş halinden başka bir şey değildir.Hep kendimi mi düşünüyorum? Değil. Savunmam tüm insanlık için bir şeyler öğretebilir. Yeniden yapılanmış PKK bütün soylu arkadaşlarımı, anlam gücü ve iradesi olan yoldaşlarımı birleştirebilir. KOMA GEL tüm Kürdistan halkını ve dostlarını demokratik bir çatı olarak toparlayabilir. Yaşamımıza, ülke ve toplumumuza rasgele saldıracaklara karşı HPG iyi bir savunma savaşı verebilir; anlayışsız, zalim ve haksızdan hesap sorabilir. En soylu kadınlarımız tüm zamanların tanrıça olgunluğu, anlayışlılığı, melek saflığı ve azizeliği ve Afrodit güzelliğini kimliğinde bütünleştiren PAJK'da birleşebilir.Bu savunmayla temel insanlık anlayış ve idealimi uygarlığın son temsilcisi olarak hayli gururlu ve kendinden emin AB'nin yargı organı AİHM'e sunarken, olumlu beklentilerden ziyade, sistemin kar büyücülüğüne alet olmaktan öteye bir rol oynamayacağından ötürü üzüntülerimi belirtebilirim. Daha demokratik, özgür ve adil toplum dileklerimle saygılarımı sunarım.27 Nisan 2004Tek Kişilik Tutukevi/ Mudanya/ BursaAbdullah ÖCALAN

Mezopotamia History © 2008 Business Ads Ready is Designed by Ipiet Supported by Tadpole's Notez