7 Ağustos 2008 Perşembe

Helbestê Mezopotomye

1 yorum
Ben mezopotamya !... asya'nın nazlı kızı. bereketin, bolluğun ve sevdaların diyarı... sevgi ve kin, öfke ve hırs, savaş ve barış bende anlamlandı. bende vücut buldu ruh, tarih benimle başladı... özgürlük göbek adımdır, dağlarımda ve ovalarımda, zümrüt yeşilinde ve güneşin sihirli renklerinde, rüzgarın o karşı konulmaz, muhteşem ritminde bir kısrak olur, fırat'la yarışır, dicle'de dinginleşirim.. nemrut'ta kara kartalın kanatlarında tanrılara meydan okurum... eridu'da gılgameş olur, enkidu'yu ehlileştiririm, hammurabi olur 282 ile düzen getiririm... tanrıça iştar benimle aşık atamaz, çünkü özgürlük ve sevdanın pınarı benim.. çünkü ben mezopotamya'yım asya'nın nazlı ve biricik kızı... güneş; önce ve en güzel bende doğar. yayılır çekinmeden, çırılçıplak dolanır gün boyu ovalarımda, dağlarımda... kah bir kelebeğin kanadında, kah yeni doğan bir kuzunun yanıbaşında, bazen tohuma duran bir çiçeğin tomurcuğunda bazen de izlo'nun doruklarında akşamı getirir... vedalaşırken batımda, mor gecede ayın en güzel yüzüne emanet eder beni, ertesi günde buluşmanın sevgi ve coşkusuyla... çünkü ben mezopotamya'yım güneşin ve ayın maşuku... insanlarım mert ve sevecen, çünkü benim suyumu içtiler, ekmeklerinde, sevgiyle büyüttüğüm başaklarım ayranlarında, sütümle beslediğim, mis kokulu otlarımın tadı var... çünkü onlar benim çocuklarım, ruhları bende bedenlendi... özgür, mağrur ve sevgi dolu.... zamansız zamanlar, dokunulmamış zaman aralıkları, çağlar ötesi kültürler, atlar ve atlılar, diller ve dinler, gelenek ve renklerle, çocuklarımın içindeki evrenim ben. tıpkı; güneşin etrafında dönen dünya gibi, etrafımda sevgiyle, coşkuyla dönerler. geçmiş ve geleceği, o an yaşatırım onlara, geçmiş ve geleceğe saplanmadan... ateş ve su; benim şahitliğimde evlendi, ateş sunakları, ilk ve en önce, benim için yakıldı. gündüzlerin gündüz, gecelerin gece olduğu, uçsuz bucaksız, bir sığınak oldum çocuklarıma... kıl çadırlarda, yaşama yön veren rituellerde, hep baş köşede oldum; mırra; ateşin, suyun ve çocuklarımın hediyesi oldu bana. çünkü; yiğitlik, ahde vefa, barış ve hoşgörü, toprağıma ve insanıma verdiğim mayamdır... çünkü, ben mezopotamya'yım, asya'nın mağrur ve anaç kızı... en iyi bağbozumları bende olur, en iyi şarabı, en tatlı şırayı ben veririm belki de bundandır, benim topraklarımda aşk, sevmek ve sevilmek, şarap tadında olur... bundan değilmi ki; babil kralı nabukodonosor, sevdası için mardin'den şamran'larla şıra akıttı yüzlerce mil aşağılara, bundan değilmi ki, iskender zınnar'a ; prenses fahriyye ve ravza cennet bahçelere, şad buhari mardin'e yerleşir.. timur, kustus, antonius ve daha nicesi, bu sevdanın peşinde topraklarıma kan bulaştırdılar... ihanet ektiler topraklarıma; kelepçe vurdular çocuklarımın gözyaşlarına... dağlarımda ağaç bırakmadılar, çıplak kaldım, utanırım..ele güne karşı, utanırım.. aya, güneşe karşı çünkü ben mezopotamya'yım, asya'nın nazlı ve özgür kızı... ibrahim bende doğdu, sin mabedinde aya ve yıldızlara yakarırken doğruyu buldu... zarathustra, mani ve yezidiliğe ben ilham oldum, ilk hıristiyanlara ben kucak açtım lorna ve anastisiupolis ile, islam'ın yolunu ben açtım dermetinan'da hacı kemal, kosar'da hoca ihsan, selman-i pak ve niceleri islam dediler; moşe bar kifo, hanna dolabani; hammara'da, deyru'z zafaran'da, mor mihail'de mesih demediler mi? ekmeğim, suyum ve güneşim hepsine yetmedi mi? yetmedi mi? zeytinim incirim ve narım... utanırım anamdan, kardeşlerimden, çocuklarımdan utanırım güneşten, aydan ve rüzgardan... utanırım, aç yatan bebelerden, dedelerden, utanırım, el kapısında iş dilenen civanlardan, içtiği suya pislik bulaşmış analardan, babalardan utanırım.. çünkü ben mezopotamya'yım asya'nın nazlı ve mağrur kızı..

Necat
iltaş
1998
Read full story

'' Mezopotamya Tanır Bizi..."

0 yorum
Tarihin kenarında duruyoruz ve keskin bir dönemeci geçmek üzereyiz... Belki de bundan yıllar sonra kitaplarda anlatılacak olayların notunu düşüyoruz... Sona yaklaşırken ‘dünya tarihi’ o iyimser seyircilerini hayal kırıklığına uğratan bir senaryo ile vizyondadır... MEZOPOTAMYA!... *** Sonun başlangıcı, Başlangıcın sonu ; Mezopotamya... Sin Mabedin'de Ay'a ve Yıldızlara yakarırken Rabbini bulan İbrahim (a.s)'ın diyarı... Aram Nehrin... Tarih'in ''Bereketli Hilal'i ''... Babil,Ninova,Nebukadnezzar,Asurbanipal,Nuh'un Tufanı... Sümerler, Akadlar, Persler, Babilliler ve Asurlular'ın kadim diyarı... Kazanların, tarihin ilk çağlarından beri kızgın tutulduğu topraklar... Tıpkı Sargon dönemi gibi sular hep kanlı akıyor... 11 Eylül süreciyle başlayan 21. yüzyıl perspektifi... Yine kan, yine acı, yine gözyaşı... Acımasız yüzüyle savaş kara yazgı gibi insanlara meydan okumaya devam ediyor... Vazgeçişler aslında bir diğeri ile yer değiştiriştir sadece ! *** Anglo-Saxon birliği (İngiltere-ABD) arkalarına İsrail devletini de alarak Ortadoğu'yu bir kan okyanusuna çevirdi.... Mezopotamya cayır cayır... Yakanlar da, Bakanlarda onunla birlikte yanacaklar... *** Burnumuzun dibinde patlamaya hazır bir 3. Dünya savaşı ile yüzyüzeyiz... Tesbihin imamesi ile son tanesi gibi... Hem uzak , Hem de çok yakın... Etkilerini onlarca yıl yitirmeyecek olan bir kan davası başlıyor... Hakkın hatırını ali tutan yüreğinden öpülesi yiğitlerin şamarını yiyen devletler, bu topraklarda aldıkları darbeleri hiçbir zaman unutmak niyetinde değiller... Unutmadılar...Unutmayacaklar... Gam değil! Nal sesi karışa nara sesine... Mezopotamya kime yar , kime şamar olacağını bilmektedir... *** Beri yandan; Barış ve huzur görüntüleri silah üreticilerini kaygılandırmaktadır... Yeni tezler sürülüyor dünya kamuoyuna ve medeniyetler çatışmasından umut duyanlar dini hissiyatları ısıtıp ısıtıp yeniden getiriyor masaya... Farklı inançlara hoşgörü testi uygulanıyor karikatürlerle... Terör dinlerle ilişkilendirilmeye çalışılıyor.... Ve gözler yeniden Mezopotamya'ya çevriliyor... Tıpkı 5000 yıl öncesi Mezopotamya günlerindeki gibi, köpük köpük kabarıyor... Gam değil ! Mezopotamya tanır bizi...

Alıntı: Haber Diyarbakır Genel Yayın Yönetmeni Gazeteci Yazar Bilal
Tanrıverdi'nin Makalesi...

Read full story
 

My Blog List

Hello

Ortaya çıkan çeteleşme eğilimlerini erkenden tespit edememe ve yeterince tavır koyamama ikinci önemli stratejik yetmezliktir. Bu rolü güvenilir arkadaşlara bırakmak dogmatizmin diğer bir sonucudur. O kadar soylu değeri çarçur ederlerken, mutlaka fark edebilmeli ve dur diyebilmeliydim. PKK'nin bütün soylu çabalarına en büyük darbeyi bu yönlü gelişmeler vurmuştur. Adeta canavarlaşmış bazı kişiliklerin inanılmaz nitelik arz etmelerinin izahı güçtür. Büyük emeklerle hazırlanan yapının bu öğelere kolay teslim olması daha da anlaşılmaz konudur. Bendeki müthiş arkadaşlık anlayışı hep en iyisini yaparlar, en dürüstüdürler, ellerinden gelmeyecek iş yoktur, çağdaş havarilerdir biçimindeki dogmatizme varan inanış bu gelişmelerde etkili olmuştur. Geç uyandık. Tam uyandığımızda veya fark ettiğimizde, stratejik olarak hem zaman hem büyük çabaların ürünü başta genç savaşçılar, halk, maddi ve manevi birçok değer kaybedilmişti.1992-1993 derslerini daha derinliğine çıkarmalıydım. Irak-Kuveyt krizi ile 1991'de ülkedeki gruplarla olmak daha doğru olacaktı. 1982'lerde yapmadığım işi, atmadığım adımı bu sefer yapma ve atma biçiminde olmalıydı. Ortadoğu çalışmalarını ikinci plana bırakmak gerekirdi. Fakat aynı yaklaşım, yoğun takviyeler altından başarıyla kalkılacağına beni inandırmıştı. Binlerce nitelikli kadro içinden mutlaka sürece cevap verenlerin çıkacağı hep beklenmişti. Fakat hareketin bağrındaki çetecilik ve sorumsuz merkezi yaklaşım tüm katkıları boşa çıkarıyordu. Tarih göz göre göre başarısızlığa götürülüyordu. Disiplin ve fedakarlıkla fazla değer kurtarılamaz, görevler başarılamazdı. 1992 sonlarındaki Osman Öcalan'ın YNK ile boyun eğmeyi andıran uzlaşması, Murat Karayılan ve Cemil Bayık'ın intiharvari çabaları tesadüfen birleşerek sürecin daha büyük kaybını önledi. Köklü ders çıkarılması gereken nokta buydu. Ülke içi ihmal edilmemekle birlikte, merkezi kadro yapısının köklü çözümüne ihtiyaç vardı. Bunu Suriye üzerinde yeni okullar açmayla telafi etme ve aşırı tekrarlama çalışmaları beni oldukça tıkadı. Çabaların anlamı pek kalmamıştı. Bizzat müdahaleyi yapmada geç kalmıştım. O kadar değer kaybından sonra yönelmeyi kendime yediremiyordum. Tıkanmayı askeri değil, siyasi yollardan açma deneyimi daha anlamlı geliyordu. Askeri yönelim toptan intihara götürebilirdi. Siyasi çalışma ise, daha potansiyelli hareketi mümkün kılabilirdi. Yapıda tekdüzelik sürdü. Aynı tarz çalışmalar KONGRA GEL dönemine kadar yansıdı. Son iç bunalımların kökeni aslında ülkeye gidiş ve orada üsleniş, çalışma tarzı ve temel taktik anlayışların bir devamından ibarettir. Özeleştiriler anlamlı yapılmamıştı. Eski kişilik ve çalışma tarzında ısrar vardı. Bu da her zaman ve her yerde anlamsız kayıplara, yerine getirilemeyen görevlere, acılara ve sonuçta tasfiyelere yol açmaktan öteye gidemezdi.İkinci yaşam dönemi devlet odaklı olduğundan, ama daha henüz yitirilmemiş komünal demokratik duruş özelliklerinden ötürü çelişkiliydi. Sonucu bu çelişkilerin boğuşması belirleyecekti. 15 Şubat 1999 aynı zamanda devlet odaklı yürüyüşe ölüm darbesi indirmişti. Eğer devlet odaklı particilik, devletçilik bir hastalıksa, o halde 15 Şubat 1999'da tüm kapitalist dünya devletlerinin bana vurduğu darbe aynı zamanda üçüncü doğuşum için bir ilaç, bir ebelik rolünü oynayacaktı.Üçüncü yaşam dönemi, eğer adına ve özüne yaşam denilebilecekse, 15 Şubat 1999'dan sonuna kadar gidilebilecek aşama olarak ayrıştırılabilir. Belirgin niteliği, genelde devlet odaklı, özelde kapitalist modern yaşamdan kopuşla başlamasıdır. Tekrar yaban yaşama koşmuyorum. On bin yıl öncesine gidecek değilim. Ama insanlığın bazı temel değerlerinin o yıllarda gizli olduğu da kesindir. Uygarlığın bin bir hile ve zorbalıkla kestiği o dönem insanlığı bilimsel teknik seviyeyle bütünleştirilmedikçe, insanın gerçek kurtuluşu, özgürlüğü mümkün olamazdı.Uygarlık ve devlet odaklı yaşamdan kopmak gerileme değildir. Tersine doğadan ölümcül kopuşa, kan ve yalana dayalı şişirilmiş iktidar kişiliğinden vazgeçme belki de en temelli sağlığa kavuşma imkanıdır. Hastalıklı toplumdan sağlıklı topluma, sıkboğaz, obez, çevreden kopmuş, bir nevi kanserleşme olan aşırı şehirleşmiş toplumdan ekolojik topluma, tepeden tırnağa otoriter ve totaliter devletli toplumdan komünal demokratik ve özgür eşit topluma doğru bir yöneliş söz konusudur. Avcı kültürüyle hayvan katliamına, uygarlığın insan katliamına, kapitalizmin doğa felaketine yol açan zincirleme halkasından kurtulma yeni bir insanlığa kapıyı aralayabilir. Hayvanlarla dost, doğayla barışmış, kadınlarla dengeli güç yapısına dayanan, barışçıl, özgür eşit, aşklı yaşam, bilim ve tekniğin gücünü savaş ve iktidarın oyuncağı olmaktan çıkarmış ahlaklı politik bir kişilik, beni, en azından ENKİDU'yu şehre ve devlete bağlıyan çekim gücü kadar çekiyor, anlamlı kılıyor. Tek kişilik tutukevinin yarattığı bir özlemden kesinlikle bahsetmiyorum. Büyük bir düşünsel, ruhsal paradigmadan bahsediyorum. Kategorik yaklaşımdan, büyük güce tapınmadan, çağın, tüm uygarlıkların kan lekeleri altında parıldayan yaldızlı yaşamlarından gerçekten hem bıktım hem nefret ediyorum.Çocukken genlerime işlemiş avcı kültüründen ötürü gözümü kırpmadan başlarını kestiğim, kopardığım, kurnazca avladığım kuşlardan, vurduğum hayvanlardan özür dilemekle başlamak istiyorum yeni yaşam dönemime. En büyük saadetin kaşaneli köşklerde değil, yeşil çevreli kulübemsi mekanda yaşandığına inanıyorum. Doğayı tüm renkleri, sesleri ve anlamları içinde dinleyerek, bütünleşerek yaşamın erdemine ulaşılacağına inanıyorum. Gerçek ilerlemenin dev kentlerden ve iktidar otoritelerinden geçmediğine, tersine bunların en büyük hastalık kaynağı olduğuna; buna karşın eski köyü de, yeni kenti de aşmış, ekolojik yerleşimi bilimin ve tekniğin en son verileri ile karşılayan bir mekansal yaşamın gerçek devrim olduğuna inanıyorum. Aradaki kocaman uygarlık yapılarının insanlığın mezarı olduğuna inanıyorum. Bir gelecek yürüyüşü olacaksa, bu gerçekler temelinde olursa anlamlı ve yürümeye değer olduğuna inanıyorum.Hiyerarşik devletçi sınıf uygarlığından kopmak en büyük özeleştiridir. Bunu başaracağıma inanıyorum. İnsanlığın çocukluğuna, emekçilerin, halkların unutturulmuş tarihine, kadınların, çocukların ve çocuk ihtiyarların ütopyalarındaki özgür eşit dünyalarına katılmayı, başarıyı orada sağlamayı daha çok istiyorum.Bunların hepsi ütopya. Ama bazen ütopyalar mezardan beter yapılar içindeki yaşamın tek kurtarıcı esinidir. Günümüzdeki mezarlardan beter yapılardan tabii ki öncelikle ütopyayla çıkış yapılacaktır. Durumum hiçbir insana benzemiyor. Benzemesini de istemiyorum. Daha iyi anladığıma, hissettiğime göre iyi yoldayım. Anlamın ve hissin yaşattığı bir insan en güçlü insandır. Büyüklere benzeme günahını bir daha işlemeyeceğim kesindir. Zaten benzemeyi ne çok istedim ne de becerdim. İnsanlığın geçmişi daha gerçektir. Ona saygılı olacağım ve yaşamı orada arayıp bulacak ve yeniden başlatacağım. Gelecek bu çabaların işleyiş halinden başka bir şey değildir.Hep kendimi mi düşünüyorum? Değil. Savunmam tüm insanlık için bir şeyler öğretebilir. Yeniden yapılanmış PKK bütün soylu arkadaşlarımı, anlam gücü ve iradesi olan yoldaşlarımı birleştirebilir. KOMA GEL tüm Kürdistan halkını ve dostlarını demokratik bir çatı olarak toparlayabilir. Yaşamımıza, ülke ve toplumumuza rasgele saldıracaklara karşı HPG iyi bir savunma savaşı verebilir; anlayışsız, zalim ve haksızdan hesap sorabilir. En soylu kadınlarımız tüm zamanların tanrıça olgunluğu, anlayışlılığı, melek saflığı ve azizeliği ve Afrodit güzelliğini kimliğinde bütünleştiren PAJK'da birleşebilir.Bu savunmayla temel insanlık anlayış ve idealimi uygarlığın son temsilcisi olarak hayli gururlu ve kendinden emin AB'nin yargı organı AİHM'e sunarken, olumlu beklentilerden ziyade, sistemin kar büyücülüğüne alet olmaktan öteye bir rol oynamayacağından ötürü üzüntülerimi belirtebilirim. Daha demokratik, özgür ve adil toplum dileklerimle saygılarımı sunarım.27 Nisan 2004Tek Kişilik Tutukevi/ Mudanya/ BursaAbdullah ÖCALAN

Mezopotamia History © 2008 Business Ads Ready is Designed by Ipiet Supported by Tadpole's Notez