26 Eylül 2008 Cuma

İsmail Beşikçi 'Kürt Meselesi'ni değerlendirdi

1 yorum
Kürt konferansının konuşmacılarından İsmail Beşikçi, 'Kürt hareketiyle ilgili öneriler dışarıdaki insanlar tarafından dile getirilmeli. İmralı tarafından değil. Öcalan ancak devleti konuşabilir. Çünkü devletin denetimi altında' dedi.
DERYA SAZAK: Bilgi Üniversitesi'nde "Türkiye'nin Kürt Meselesi" konferansında konuşmacıydınız. 1970'lerden bu yana Kürtlerle ilgili araştırma ve düşünceleri nedeniyle 17 yıl cezaevinde kalmış aydın olarak, akademisyenler ve siyasilerle birlikte demokratikleşmenin önünde en büyük engel görülen bu soruna "çözüm arayışı"na özgürce katkıda bulunmak nasıl bir duygu?

İSMAİL BEŞİKÇİ: Türkiye'de resmi ideolojinin bir görüşü, anlayışı var. Kürt sorununu üniversitelere, partilere bulaştırmamak. Bunu kararlı bir şekilde yürütüyor devlet. Örneğin herhangi bir parti Kürtlerle ilgili bir madde koyuyorsa programına, "Türkiye'de Kürtler vardır, Kürtçe eğitim olmalıdır, Kürtlerin de kültürel hakları olmalıdır" diye bir madde koyuyorsa o siyasal parti kapatılıyor.

Konferans önemli gelişme

İstanbul'daki Kürt konferansını düzenleyen Helsinki Yurttaşlar Derneği. Bilgi Üniversitesi'nde böyle bir toplantıya açması önemli bir gelişmedir. Resmi ideolojiyi yumuşatmaya dönük olduğunu düşünüyorum.

Son dönemde aydınların aldığı ikinci büyük inisiyatif. Geçen yaz PKK'nın yeniden silaha sarılacağı ilan edildiğinde Başbakan'la görüşen aydınlar, barış mesajı verdi. Erdoğan da Diyarbakır'da "tarihle yüzleşmek" gerektiğini savunmuştu. Sizin tezleriniz de Cumhuriyet'in kuruluşuna gidiyor.

- Birinci Dünya Savaşı sonunda yeni devletler kuruluyor. Irak, Ürdün, Filistin Büyük Britanya'ya bağlı "manda devletler." Suriye, Lübnan, Fransa'ya bağlı. O dönemde Sovyetler de Kürtlere karşı politika güttü. Yok sayma. Kürtler siyasi istemleri olan bir özne olarak değerlendirilmiyor, "çıban başı" sayılıyor.


İstekleri hiç karşılanmadı

Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce de "ABD mandasını" savunan çevreler vardı ama Mustafa Kemal, ulusal kurtuluş mücadelesiyle bağımsız devletten yana oldu.

- Evet, Cumhuriyet bağımsız bir devlet olarak kuruldu, 1923'te. O tarihte Kürtlerle ilgili tartışma şu olmalı: Irak gibi, Suriye gibi niye bir "Kürdistan mandası" kurulmadı. 1919 sonrasında Şeyh Mahmut'un ayaklanması vardı: "Bağımsız Kürdistan" istiyordu. Büyük Britanya bunu tanımadı ve Kürtlerin isteklerini hiç karşılamadı. Bağımsız bir Kürdistan veya İngiltere'ye bağlı bir yapılanma olmadı. Kürtler bu coğrafyadaki devlet arasında paylaşıldı.


İngiltere desteklemedi diyorsunuz ama Musul-Kerkük'e bağlanan Şeyh Sait İsyanı'nda İngiltere'nin rolü yok mudur?

- Mustafa Kemal ile İngilizler arasında, "Musul'daki haklarımızdan vazgeçeceğiz ama siz Kürtlerin özerklik istemini kabul etmeyin" şeklinde uzlaşmadan söz edebiliriz.


Şiddet nasıl önlenir?

Erdoğan, Diyarbakır'da demokratik mesajlar verdi ama PKK'nın buna karşılık yaptığı bir aylık "ateşkes' oldu. PKK dışında Kürtleri temsil etme iddiasındaki siyasal hareketlerin de sürece destek olmaları gerekmez miydi? Başbakan Erdoğan, yalnız kaldı. AB sürecinde 5 yılda önemli reformlar yapılmadı mı, idamın kaldırılması, Kürtçe yayın...
- Adım atmayan asıl devlet. Kanımca devlet bu konuda bir adım atmış olsa PKK herhalde 3-4 adım atar. Özgür Gündem, Roj TV'nin yayınlarından öyle anlıyorum. Şiddet denince ben şöyle anlıyorum. Şemdinli'de 1 Kasım ve 9 Kasım'daki bombalama olaylarına bakınca "devletin şiddeti" daha önemli diye düşünüyorum. Devlet bu şiddeti azalttığı zaman, ortamı yumuşattığı zaman PKK'nın buna vereceği tepki olumlu olacak.
Siyasal af gerekiyor
Şemdinli iddianamesi Güneydoğu açısından bir ilk değil mi? Bombalama olayında asker sanıklar var ve "derin devlet" sorgulamasını Ankara'ya, Büyükanıt Paşa'nın Diyarbakır'da görev yaptığı dönemle ilgili bazı tanık ifadelerinden hareketle Kara Kuvvetleri Komutanı'na kadar götürüyor. Savcı, Şemdinli olayını kapatmadı.
- Bunlar şüphesiz önemli, "Türkiye'nin Kürt Meselesi"nin Bilgi Üniversitesi'nde tartışılması, Savcı'nın Şemdinli iddianamesini hazırlaması önemli, ancak ben şunu vurgulamak istiyorum. İşte PKK'ya deniyor ki, "Silahla bir yere varamazsın. Şiddeti durdur." Bunu söylemek de iyi ama devlete söylemek de çok önemli.
PKK'nın silahı bırakmasında yöntem ne olabilir?
- Bir siyasal af gerekiyor.
Kürt sorununa, PKK dışındaki siyasal hareketler, partiler çözüm getiremez mi? Demokrat siyaset nasıl güçlenecek?
- Hükümete, Meclis'e düşen görevler var. Yüzde 10 barajı çok yüksek. Baraj düşürülebilir. DEP, HADEP sürecine bakıldığında bölgeden önemli oy alan partiler TBMM'de temsil edilemiyor. Kürtlerin oyları hiçe sayılıyor. Bunların artık sorun olmaması lazım.
Özgürlük kurumlaşmalı
Gelecek için ne söyleyebilirsiniz? Sadece devletle ilgili bir sorun var. 5 yılda 30 bin insanımızı kurban ettikten sonra hâlâ terörle bir yere varılabilmesi düşüncesini de reddetmek gerekmiyor mu?
- Türkiye'de artık düşünce özgürlüğü kurumlaşmış olmalı. Kürtlerle ilgili tartışmalarda hâlâ kısıtlamalar var. Resmi ideolojiyi istediğiniz gibi eleştirebilmelisiniz. Diyelim bir kitap yazdınız ve başka insanların buna karşı söyleyeceği şeyler varsa onlar da bu düşünceyi eleştirebilmeli. Bir kitap nedeniyle cezaevine atılmamalı insanlar. Özgür eleştirinin kurumlaşması çok önemli.
Öcalan'ın özeleştirisi eksik
Güneydoğu açısından durum nedir? Siz Abdullah Öcalan yakalandıktan sonra ortaya attığı "demokratik Cumhuriyet" tezine karşı çıktınız. İmralı'nın tezlerinin bir "gerileme" olduğunu savunuyorsunuz...
- Kürt hareketiyle ilgili öneriler, dışarıdaki insanlar tarafından dile getirilmeli. İmralı tarafından değil. Kürtler adına ne tür siyaset yapılacaksa, dışarıdaki unsurlar var, Demokratik Toplum hareketi var, onlar fikir üretmeli. İmralı söylemi söz konusu olmamalı.
Devletin elindeki adam
Öcalan, İmralı'ya girdikten sonra görüşleri değişti, artık "Dönemini kapattı" diye mi düşünüyorsunuz?
- Devletin elindeki bir adamdır. Devletin denetimi altındadır.
Rahat konuşamıyor mı?
- Çok konuşuyor da işte konuştuğu zaman ancak devleti konuşabilir. Çünkü devletin denetimi altındadır. Bunu kendimden biliyorum, 1985'te cezaevinden bir arkadaşıma mektup yazmıştım. Kürt sorunu konusunda. O mektubu bana iade ettiler ve dediler ki, "Sen cezaevinde de suç işliyorsun. Disiplin kovuşturması açacağız". Böyle bir durum, işte çok masum bir şey söylüyorsunuz, Kürtler diye... Ama Öcalan, örneğin "Savaş ilan ediyor!" Devlet adım atmadı diyor, "Tekrar silaha başvurun." Bu kadar denetim altında bunu nasıl söyleyebilir? Demek ki, devletin de böyle bir istemi var.
Kürtler ne istiyor bilelim
Öcalan'ın geldiği noktada, "Silahla bu işler olmuyormuş!" Kürt sorunundan kaynaklanan sendromun demokrasi içinde aşılmasını savunmasının, Kenya'da ele geçirilip İmralı'ya konulduktan sonra bunları söylüyor olsa bile bir anlamı yok mu? Sadece hayatta kalma refleksi mi bunları söyletiyor?
- Yanlış doğru, dışarıdakiler politika üretmeli. Özeleştiri yaparken, "Geçmişte bunu savunuyordum şimdi böyle düşünüyorum" demeli. Öcalan "Geçmişte de bunu söylüyordum" diyor.
Barışçı çözüm konusunda İsmail Beşikçi'nin geldiği nokta ve modeli nedir?
- Resmi ideolojinin bir eleştirisi yapılmalı. Kürtler ne istiyor? Onlar özgürce düşüncelerini ifade edebilmeli. Bu yenilik olabilir. Türkiye'de bir makam sormamış ki ne istiyorsunuz diye... Konferansta buna benzer şeyler söylendi. Federasyon mu, özerklik mi, Kürtçe eğitim mi? Anketler yapılabilir. Kürtler ne istiyorsa bilelim.Şiddetsiz çözümü herkes kabul ediyor, devletin de buna göre şiddeti azaltması gerekiyor.
Kürt karşıtlığı Haçlılara gider
Batı'nın Kürtlere olan karşıtlığında, 1915'te Ermenilerin Anadolu'dan tehciri sırasında Kürtlerin de bu temizliğe destek oldukları varsayımı ne ölçüde rol oynamıştır?
- Benim kanımca, Ermeni sorunuyla ilgili değil. Batı'nın Kürtlere olan karşıtlığı Haçlı Seferleri'ne kadar gider. Haçlıları Selahattin Eyyubi durdurdu. Eyyubi deyince Batılılar onun Arap değil Kürt olduğunu biliyor.
21. yüzyılın başında bugün neredeyiz? ABD'nin Irak'a müdahalesi ardından bölgede yeni oluşumlar var. Türkiye, 1990'larda 30 bin insanımızı kaybettik. Bunlardan çıkarılacak dersler olmalı.
- Üniversite ortamında çözümlerin tartışılması elbette önemli. Ancak buradaki tartışmaların içeriğine bakarak, devlet önemli bir adım atacak diyemeyiz herhalde.
Geçmişte inkâr edildiler
Baskın Oran'ın Türkiyelilik üst kimliğini savunurken, "Kürtler hem asli unsuruz diyorlar hem de azınlık hakları istiyor" diyerek bu çelişkiye dikkat çekti.
- Baskın Hoca, Osmanlı'daki Müslüman olanlarla ilgili "millet-i hakime" ve Müslüman olmayan azınlıkları tanımlayan "millet-i mahkûme" kavramlarını gündeme getirdi.
Kürtler eşit yurttaşlar değil mi?
- Resmi görüşün bazı uygulamaları var, onlardan arınabilmek önemli. Geçmişte Kürtlerin varlığı inkâr edildi. Reformların çoğu da hayata geçmedi. 1991'de Süleyman Demirel "Kürt realitesini tanıyoruz", Mesut Yılmaz, "AB'nin yolu Diyarbakır'dan geçer" dedi. Son olarak Erdoğan "Devletin de geçmişte hataları olmuştur" dedi. Bunlar önemli. Ancak bu sözlerin arkasında durulmuyor.
ABD, Kürtler için gelmedi
ABD'nin Irak'taki konumu, Kürtlerin kuzeyde bağımsız devlet oluşturma yolunu ne kadar açtı? "Irak mandası"na benzer bir devlet ABD garantisi altında kuruluyor mu?
- Birinci Dünya Savaşı'na paylaşım savaşı diyorlar ya, o zaman bu paylaşma Kürdistan' da görülmüş. O zamanki emperyal devletler Britanya ve Fransa. Şimdi ABD var.
Tarih, Kürtlere borcunu mu ödüyor...
- 1920'lerde Irak'ta kurulan statükoda büyük gedikler açıldı. ABD Irak'a, Kürtler çok ezildiler onları kurtarayım diye gelmedi.
Petrol için...
- 1970 ve 1990'larda Kürtleri ortada bıraktılar. ABD'nin Irak'a müdahalesine karşı çıkılırken, "Kitle imha silahları yalanmış" deniyor. Oysa Halepçe'de ve başka yerlerde bu silahlar Kürtlere karşı acımasızca kullanıldı.
Kazanımlar yeterli değil
1970'lerde Kürt meselesinin konuşulduğu ilk parti toplantısının ardından TİP kapatılmıştı. Siz kitaplarınızdan ötürü 17 yıl hapis yattınız. Bugün "alkışlanıyorsunuz." 30 yıl sonra o günleri nasıl anıyorsunuz?
- Bugün, son kırk yıla baktığımızda, 1960'lara göre Kürt sorununa bakışta önemli ilerlemeler var. O zaman "Kürt vardır" demek suçtu. 1980'lerde PKK ortaya çıktıktan sonra binlerce insanın öldüğü, yerinden yurdundan olduğu, faili meçhullerle yok edildiği, köylerin boşaltıldığı dönemlere bakılırsa kazanımların çok da yeterli olduğu söylenemez.
Türkiye, Kuzey Irak'la ilgili nasıl bir politika izlemeli? AB süreci Kürtler için de bir çıkış kapısı olamaz mı?
- Normalleşme oldukça ticari ilişkiler gelişiyor. Ekonomik temelde ilerlemeler var. Türk işadamları yatırım yapıyor. Hatta OYAK da iş almış diye okudum. Bu ilişkiler geliştikçe "düşmanca" bakışlar da değişir.
İsmail Beşikçi kimdir?
Ömrünün 17 yılını cezaevlerinde geçiren 1939 Çorum İskilip doğumlu İsmail Beşikçi'nin, yani 'Sarı Hoca'nın öyküsü; Orhan Pamuk'un 'Bir kitap okudum hayatım değişti' romanlarını çağrıştırıyor olsa da, yaşanmış bir gerçekliğin, düşüncelerinden ötürü bir insanın başına neler gelebileceğinin çileli serüvenini yansıtır. Erzurum'da Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi'nde sosyoloji asistanı iken aynı bölümde sosyoloji doçenti olan Orhan Türkdoğan tarafından, Marksist propaganda ve bölgecilik yaptığı gerekçesiyle 'ihbar' edilen Dr. İsmail Beşikçi, 12 Mart 1971 döneminde sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanır. Üniversiteyle ilişiği kesildikten sonra cezaevi günleri başlar. 1974 affıyla cezaevinden çıkar, bu kez de Kürt sorununu işleyen düşüncelerinden ötürü yargılanır. 12 Eylül askeri darbesinden önce 1979'da cezaevine girer. 1987'de serbest bırakılır ancak davalar bir türlü peşini bırakmaz. 1999'a kadar tutuklu kalır. Beşikçi'nin Doğu'nun kalkınması ve Kürt sorunuyla ilgili görüşlerini içeren 36 kitabı (Yurt Yayınları) bulunuyor. Ancak bu kitapların 32'si yasaklandı. Uzun yıllar cezaevinde kalmasına karşın Türkiye ve Batı kamuoyunda günümüzde Orhan Pamuk'ın uyandırdığı ilgi ve desteğe hiçbir zaman sahip olmadı. Naif kişiliği ve 'Gandhi'ye benzer sessiz başkaldırısıyla, eylemden çok bir düşünce adamı özelliğini taşıdı. Kürt sorunundan söz etmek bugün yasalar önünde suç değil ama, hakkında 100 yıl hapis cezası istenen 'Sarı Hoca' bunun bedelini 21 yaşından itibaren, ömrünün 17 yılını cezaevlerinde geçirerek ödedi.
Read full story

23 Eylül 2008 Salı

Bir Dusun Pesine Dusmek/Hakan Aytekin

2 yorum
Kuzey Mezopotamya’nın ve Güneydoğu Anadolu’nun kadim halklarından biri olan Süryaniler, yaklaşık dört bin yıldır yaşadıkları ve ürettikleri bu coğrafyadan çok uzaklara, dünyanın dört bir yanına dağılmış durumda. Günümüzde kendi coğrafyalarında yeterince bilinmeyen, tanınmayan ya da unutulmak istenen bu halk, Kuzey Mezopotamya’nın ilk Hıristiyan halklarından.Hatta İsa’ya Kudüs’ten sonra kavim halinde ilk inananlar olarak da anılıyorlar. Bu halkın Arami ya da Asuri kökenini öne çıkartan bir dizi tartışma süre dursun, binlerce yıldır bu bölgede yaşayan, arkaik dinlerden İsa’nın öğretisine dek geniş bir yelpazede izler taşıyan bu halk, 20. yüzyılın başlarından itibaren paylaşımcı savaşların, kıyımların, baskıların ve en az bu faktörler kadar modernizmin “mihmandar”lığında artık bir diaspora halkı.Türkçe sözlüklerde “diaspora” sözcüğü için önerilen “kopuntu” sözcüğünün en azından bizim coğrafyamız açısından “hakkı”nı veriyorlar adeta. Toprağından kopmuş, kopartılmış bir halk Süryaniler

Sayılar yeterince berrak değil. Çokluk duygusu yaratma isteğinin öne çıktığını düşündüren sayılara bakılırsa bugün dünyada altı milyon Süryani yaşıyor. Kendisi de Bitlis’ten göçmüş Ermeni bir ailenin diasporada, ABD’de doğmuş bir bireyi olan William Saroyan’ın1 bir öyküsünde de dile getirdiği gibi bu sayılar çok abartılı. Çünkü bu kültürü kendi coğrafyasında sürdüremeyen bir halkın diasporada niceliği öne çıkartma eğilimi, niteliğin önemini perdeliyor. Çok olmanın “olmak” anlamına gelmesi bir yanılsama sayılabilir. Türkiye’de yaşayan Süryanilerin sayısının on beş bin civarında olduğu tahmin ediliyor. Süryani kültürünün en az bozulmuş haline rastlayabileceğimiz Güneydoğu Anadolu’da, özellikle Mardin ve Midyat çevresindeki Süryani nüfusu ise yaklaşık iki bin.

Uzaktalar… Çok çok uzakta… Akılları burada, gövdeleri orada… Doğdukları coğrafya çoğu için ve çoğu zaman bir düş ülkesi. Bu düş ülkesine yapılacak bir yolculuk ise hemen hepsinin düşlerini süslüyor. Kendisi de bugün diasporanın bir parçası olan, Hollanda’da yaşayan İsa Bakır’ın deyişiyle; “dönme isteği yüzde yüz, ama dönme olanağı yüzde kırk dokuz” çoğunun…

Midyatlı Cercis Şüşe’nin oğlu Bıtrıs Öğünç de bugün doğduğu topraklardan binlerce kilometre uzakta, Almanya’da yaşıyor. Oysa bir zamanlar, 1954-1969 yılları arasında Midyat'taki Mort (Azize) Şmuni Kilisesi'nde hem cemaate ibadet yaptırıyor hem de kilise bünyesindeki medresede eğitim veriyordu. Dilin ve dinin aktarımında önemli bir isimdi, Cercis Şüşe’nin oğlu. Onun eğitmenliği altında 60'dan fazla sınıf düzenlenmiş, kızlı-erkekli farklı seviyelerde öğrenciler din, Süryanice dili, tarih ve İngilizce dersleri görmüştü. O dönemde Bıtrıs’ın uğraşlarından biri de el yazmacılığı yöntemiyle kilise bünyesindeki kitapları kopyalayıp gelecek kuşaklara aktarmaktı. Onu tanıyanlar ve el yazmacılığı geleneğini iyi bilenlere göre, Bıtrıs eli iyi kalem tutan bir hattattı. Fırsat buldukça yazıyordu, tıpkı kendisinden önce, yaklaşık 2000 yıldır yazarak geleneği geleceğe aktaranlar gibi… Adet olduğu üzere, bu tür kitapların sonunda bir tür tarih düşülür, dönemin önemli olaylarına değinilirdi. Onun elinden çıkan bir “fanqitho” * nun son sayfasının satırlarına da bazı notlar düşülmüştü:

“Ey kardeşlerim,Bilmenizi isterim ki, Pazar akşamı çok kar yağdı ve kimse kar yüzünden kiliseye gelemedi. 40 gün boyunca kar yağdı. Tüm araba ve yaya yolları kapandı…
Bu kitap 13 Nisan 1967’de yazıldı. Büyük Oruç’un beşinci haftasının Perşembe gününde bitirildi. Midyat’taki Mort Şmuni Kilisesi’nin batı yönünde bulunan odada tamamlandı. Bu odada dönemin medrese çocuklarını eğitiyordum.”
Şu mukaddes kitabı yazan Midyatlı Cercis Şüşe oğlu Bıtrıs Öğünç, 13.4.1967
Kim bilir kaç kitabı böyle kopyaladı, o yıllarda... Ve nice küçük ayrıntıyı tarih düştü, sivil tarihin farkına varılmayı bekleyen bu incelikli satırlarına…


Bıtrıs Öğünç Haberi ; Gitmek icin Tiklayin
Read full story

21 Eylül 2008 Pazar

Nivîsên bijarte yên Mûsa Anter

2 yorum
Gabar Çiyan
Ronakbîrê nemir Mûsa Anter bi nivîsên xwe yên piralî û dewlemend, bi helwêtsa xwe a Kurdistanî, bi zimanê xwe yê polîtîk û jiyana xwe a civakî cihê lêkolînên cewaz e. Nivîsên wî bi giranî bi kurdî belav dibûn. Lê gelek ji nivîsên wî di rojnameyên cewaz û beşek jê jî di "Yeni Ülke" yê de bi tirkî belav bûne. Pir giring e ku ew bêne wergerandin da ku Gelê Kurd jê sûdan wergire.Ji ber ku min birêvebiriya rojnameya "Yeni Ülke" yê li bakurê Ewropayê dikir, beşek ji arşîva rojnamê li cem min heye. Min, bi mûnasebata salvegera mamosteyê xwe yê nemir Mûsa Anter de ji bo xwendevanên kurdî beşek nivîsên wî yên bijarte wergerandine kurdî.
Êzîdîtî
(...) Yezîdî di nijada me de mirovên herî esîl in û zarokên Yezdanê Îlahî ne...
Berî niha ji Ewropayê du name ji Kurdên Yezdanî gihişte destê min. Yek jê ji Hogir yê din jî Beşîr ... hatibû. Piştî xwendina nameyên wan, ez pir kêfxweş bûm û hinekî jî xemgîn bûm...
Sedema kêfxweşiya min ew e ku, wan li hemberî zilm û hovîtiya dubare, carna jî sêbare ku hetanî sedsala me hatiye û li ser wana kêm nebûye, îro jî baweriya xwe pir xurt in û ji bo parasina ola xwe a netewî hasas in.
Ez xemgîn im, ji ber ku me li ser Êzîdîtî û Yezdanetiyê çi xebatên zaniyarî nekir ku em karîbin pêşkêşî wan bikin. Sedema nekirina xebatên wisan dibe sedem ku mirov hev şaş fêm bike...
Ciwanên Yezdanî yên şêrîn û dilovan. Ez dixwazim peyvek apê xwe ji we re bêjim. Apê min Hiseynê Esed wisa digot: Lawê min Mûsa, Em kurdên newêrek/tirsonek, me Îslamiyetî pejirand, lê kurdên me yên egîd/mêr li hemberî zordariyan serî netewandin û li ser ola me a netewî Zerdeştiyê, anku Yezdanetiyê man.
Ciwanên heja. We wateya peyva "Yezîd" şaş fêm kiriye. (wateya Yezîd û Yezdanetiyê ne yek e). Yezîd, wateya xwe ji erebî, ji peyva "ZYD" tê. Tê wateya "zêdebûn"ê û "bereket"ê. Îro gelek kesên misilman navên xwe "Bereket" e, dikine Bereket. Navê Yezîd bi taybetî li bakurê Efrîkayê populer e, li wir navên zarokê xwe dikin Yezîd. Yezîdê em qal dikin kurê "Muaviye" ye û tu girêdana wî bi me kurda û bi taybetî bi kurdên Êzîdî re tune ye. Tu cewaziya Yezîdê Muaviye ji awira sextekarî û hovîtiyê ji Türkeş û Ecevit ê li Tirkiyê tune ye.
Dema em li ser xwe, anku li ser xala xwe kur bibin (wateya Êzîdîtiyê bikolin) pêwîst e em li kurdiya kevnare û ya îro binêrin. Di Zimanê Kurdî de, mîna zimanê ewropiya "Sich" anku "Xwe" heye. "Yezd" di kurdiya kevnare de tê wateya "Xwe". "Dan" jî tê wateya "Afirandin, pêkanîn"ê.
Tê wê wateyê ku peyva "Yezdan" û "Xweda" tê wateya "Xweafirêner", "ji aliyê tu kesan ve nehatiye peydekirin, wî xwe peyde kiriye, afirandiye".
Binavkirina kurda a "Yezdan" bandora xwe piştî bi hezaran salî li ola ereba û cihûwan jî kirî ye. Weke mîsal, di "Quran"ê de, di ayeta "Îhlas"ê de wisa hatiye gotin: Tu kesî Xweda peyde nekiriye, ji dayikan çênebûye û tu kes jî jê çênebûye.
Ciwanên hêja yên Êzîdî, ma gelo peyva em qal dikin (Yezdanîbûn) wateya xwe ji "Yezdan" û "Xweda" nayê...
Zarokên min yê hêja, pêwîst e mirov hev şaş fêm neke. Di 50 salên jiyana min a nivîsandin/belavkirin/çapemeniyê de, min hez ji ola xwe a netewî Zerdeştiyê, anku Yezdaniyê kiriye, ez girêdayê wê me û min qala wê kiriye (19-25 temûz 1992)...
Ecevit
Ecevit, ez nizanim ku ez çi ji te re bêjim, çi nifiran li te bikim.
Ez ji te re bêjim: "nankor", pêwîst nake, ji xwe tu nankor e. Ez bêjim: "nijada te biqele" , "tu bê nijad bimînî". Spas ji Xwedayê dilovan re, ji xwe zarokên te tune ye, tê bê zarok bimire û here.
Ez dixwazim hinekî qala dîroka te a nankoriyê bikim:
1- Îsmet Paşa te li ber deriyê çapxaneyekî dît, bi destê girt û anî nav partiya xwe. Tu bi saya serê wî bû Ecevit. Paşê te, mîna Brûtusî îxanetek e mezin li Îsmet Paşayê 90 salî kir, te xwe kir birêvebirê partiya wî û te wî ji CHP ê qewirand/berda wî.
2- Herêma kurda bi giranî dengên xwe dane te. Li serê çiya û tehta navê te "Karaoğlan" nivîsîn. Lê te em xapandin.
Tu dibêjê ku, "Ez çûme hetanî Emerîkayê. Û min ji birêvebirê DYE re gotiye ku, dema hûn alîkariya xwe ji ser kurdên Iraqê qût nekin û piştgiriya Barzanî bikin dê têkiliyên me xirab bibin".
Wê demê Xwedê nehêle, tu serokwezîrê me bûyî. Tu qet ne layiqî serokwezîrtiyê bû. Lewma te barbadî bi karê wezaretê de anî û Silêman Demirel serokwezaretî ji destê girt. Tê wê wateyê ku tu ji Demirelî jî qelstir e.
Ez nizanim bê çi pirsgirêka te bi me kurda re heye. Wisa dihate qalkirin ku, tu sosyal demokrat e, rêz û hurmeta te ji mafê mirovan re heye û tu helbestvan e, xwediyê hîsên tenik e (!?). Ma ka li çi deverê ye helbestvanî, hîsên te yên tenik û hezkirina te a mirovan. Ez bawer nakim ku hîsên wisa li cem/nik te hebe. Ji ber ku cîhan bi şêweyekî din li pirsa bakurê Iraqê (başûrê Kurdistanê) dinêre. Kêmasiyên wir (zilma li hemberî kurda û herêmê) weke eyba însanetiyê dihejmêre. Dema hîs û helwestên mirovahiyê li cem te hebûna tu dê jî mîna wan hizir bikira.
Ez dixwazim ji beyanên te yên li dijî/derveyî mirovahiyê nimûneyekî pêşkêş bikim. Ez dê nimûneyekî ji axaftina te a di rojnameya Milliyetê de ku di 15 ê nîsana 1991 î de belav bûbû, bidim: Li gorî dîtina Ecevit, herêma biewlekar a kurda ku ji aliyê DYE ve tê çêkirin/pêkanîn/avakirin, pir xeter e. Encama wê dê avakirina dewletekî kurda bi xwe re bîne. Emerîka dê herêma kurda li hemberî Tirkiyê, Îran û Iraqê weke navgînekî zordestiyê/tehdîdê bikar bîne.
Yanê tu dibêje ku, bila hevalê min Sadam Hisêyn berê êrîşa xwe bide kurda û çend milyon ji kurda, jin, pîr, zarokan qetil bike/bikûje.
Rast e, Sadam Hisêyn hevalê te ye. Di roja herî teng de tu çû serdana wî/ber nigên wî. Te destê xwe dirêjî destê wî yên bi xwîn/qirêjî kir. Di dema serdana xwe de tu nûçevan bû. Peyvek me yê pêşiya heye: "Keça qereç nikare bibe xatûna mala". Rast e. Piştî serokwezîrtiyê bûna nûçevanê rojnameyekî rengîn, dişibe peyva me(!)..
Ecevit, tu evî. Û tu serokatiya partiyek e malbatî dikî. Kurdê ku dengê/raya xwe bidine partiya te, bila destê wî/wan bişke (5-11 gulan 1991).
Dibêjin ku Kerkûkê xwîn digirî
Ji xwe re li hinek nivîskarên me (tirk) binêrin bê çiqasî nezan in û zirtole ne. Peyvên ku dibêjin, sûda xwe ne ji kurda re û ne jî tirka re heye. Di nava hemwelatiyên Tirkiyê de tenê kîn û jihevdurdixistinê pê ve çi nirxên xwe tune ye. Weke mîsal, di sernivîsa nûçeya rojnameya Milliyetê a 30 nîsana 1991 î ê de wisan tê gotin: Turkmen naxwazin têkevin bin nîrê kurda û ketinek wisa red dikin. Kerkûk xwîn digirî.
Mirov dema sernivîsê bixwîne dê bawer bike ku hetanî niha li Kerkûkê ala azeriyan ber bi ezmên ve dihate bilind kirin û lewma ew naxwazin niha di bin nîrê kurda de bijîn (!). Ev 70 sal e hûn segtiya (kuçiktiya) ereban qebûl dikin, lê çima hûn a kurda napejirînin?!
Bibihurin (efû) turkmenên Kerkûkê, berê peyvên min ne li we, lê li çapemeniya me (tirk) a bêexlaq e. Ez bawer nakim ku hûn mîna wan hizir bikin û ji kurda re wisan bêjin. Ji ber ku hûn û kurda bi hev re di zîndanên dewleta faşîst a Iraqê girtî ne û hûn bi hev re diçine ber sêdarê. Di dema koçberiya kambax a vê dawiyê de jî hûn û kurda bi hev re bûn. Lê dema li hemberî van rastiyan, turkmen bidin pey şopa çapemeniya tirkiyê û weke wan hizir bikin, tercîha we, jiyana di bin nîrê ereban de be, ez dê ji we re bêjim: Rêya we hetanî cehemê vekirî ye/cehenema we kirî/dojeh paya be! Kerkûkê dê zêde li ser we negirî (Kerkûkê pêwîstiya xwe zêde bi we tune ye) .
Erebên serker her roj petrola Kerkûkê talan dikirin. Bi pereyên petrolê çekên/sîlah giran dikirîn û berê wan çekan didane kurda û turkmena.
Çima wê demê qala giriyê Kerkûkê nedihate kirin?! Çima niha qala giriyê wê tê kirin?!
Ez bawer im ev rojnamevanên nezan û bêexlaq dixwazin bi rêya şantaj, hîle û derewan meşhûr bibin.
Kerkûkê ji ber hebûna kurda nagirî. Ji xwe Kerkûkê beşek ji xaka Kurdistanê ye. Turkmenên li wir jî penaber in û di demên berê de bi dilxwaziya kurda li wir bi cî bûne. Kerkûk ne bajarek ji yê Azerbeycanê ye ku turkmen li wir xwîn bigirîn.
Hejmarek dewletên tirka hene. Tirk mîna kurda ji awira hebûna dewletên xwe ve ne hejar in, 10 dewletên wan hene. Dema turkmen ji jiyana xwe a li Kerkûkê ne xweş bin (ne memnûn bin) rê ji wan re vekirî ye. Ew dikarin bar bikin û herin li dewletekî ji yên xwe û jiyana xwe li wir bidomînin (2-8 hezîran 1991).
Mûsa Anter kî ye?Rewşenbîrê hemdemî Anter di 1920 an de li gundekî Nisêbînê, li Zivingê hate dinyê. Piştî xwendina destpêkê û ya navîn li Zanîngeha Stenbolê dest bi xwendina hiqûqê kir. 1944 an de bi Hale Xatûnê re zewicî. Anter ji ber dîtinên xwe yê polîtîk û Kurdîstanîbûna xwe gelek caran hate girtin, îşkencekirin. Wî di dema girtina xwe de jî nîvisî. Zindanîkirina wî bi 49 kurdên xwendevan û welatperwer re ku bi navê "doza 49 an" tê nasîn, bûyerekî dîrokî ye û bi serê xwe cihê lêkolînan e. Anter gelek caran hate dadgehkirin. Lê dadgehên tirka jê re bûbû nîgargehek e şanoyî. Zanabûna xwe a polîtîk, bilinbûna xwe a çandî li ser kurbûna xwe a hiqûqî siwar dikir û şerê dadgêrên mahkemê dikir. Doza kurd di dadgehên Tirkiyê de dihanî zimên. Endamên dadgehê ji bo cezekirina wî çi rê peyde nedikir. Mûsa tevayê rêyan li ber wan digirt. Mûsa, henekê xwe bi qanûnê Tirkiyê dikir û serbilindiya kurdbûyînê dihanî zimên.Mûsa mirovekî civathez bû, henek û pêyvên xwe bi nukteyan barkirî bû. Mala wî, cihê mêvana bû, kêfa wî bi taybetî ji sohbeta xortan re dihat. Gelek xortên kurdan bi nîvîs û sohbetên wî şiyar bûn. Piştî ku zarokên wî (Anter, Rahşan, Dîcle) li derveyî welêt bi cî bûn, hejmarek kesên ciwan bi çavê "bavê manewî" nêzî wî dibû. Mûsa jî bi çavê zarokên xwe li wan dinêrî û hezkirina xwe li ser wan kêm nedikir. Rojnamevan û nivîskarê navdar Mûsa Anter kutupxaneyek e zindî bû. Hayê wî ji serpêhatiyên herêmê hebû. Dîroka Kurdistanê pir alî zanî bû. Klasîkên kurdî li ber destê wî bû.Nivîsevaniya Mûsa xwedî stîlek e taybetî ye û pir dijwar e ku mirov bi şêweyê wî binîvisîne. Ji ber ku makaleyên wî kin, têr, tije, bi hedef û bi nukte bûn. Qûncikên Mûsa meydana şerî bû. Wî bi makaleyên xwe neyaran bombebaran dikir. Anter hejmarek pirtûk nivîsîne. Hinek ji berhemên wî ev in: Kimil (Kimil helbestek e, di helbetsê de qala xetera kimilê dike ku çawa ziyanê dide genim û zêd, gundî pê pêrîşan dibin), Brîna reş (lîstikek şanoyî ye), Vakianame, Hatiralarim 1-2 (bîranînên Anter in). Rojnamevaniya Mûsa pir xurt bû. Dûr didît, kur didît, zû didît û heqê nivîsê di dema xwe de dida wê. Di derxistina gelek kovar û rojnameyan de rola wî çêbû. Hetanî roja hate şehîdkirin jî nîvîsî, gelek kesên rojnamevan ji kaniya wî av vexwar. Şark Postası, İleri Yurt, Rewşen û Welat beşek ji rojname û kovar bûn ku birêvebiriya wan dikir an ji wan re dinivîsî. Mûsa Anter jiyanek e din bin raçavkirinê de derbas kir. Ji aliyê sîxurên dewletê dihate taqîpkirin. Ji awira ewlekariyê ve ji wan re xeter dihate dîtin. Ji xwe wî gelek caran qal dikir û şikên xwe li hemberî dewletê dihanî zimên. Zanîbû ku rojekê dê bi destê neyaran û bi nemerdî bê qetilkirin. Lewma di saxîtiya xwe de digot ku, ew dixwaze têkeve rêza Şex Seîd, Seyid Riza û Qasemlo, bibe şehîdê welêt... Anter, bi destê hêzên reş a dewleta Tirkiyê 20 îlona 1992 an de hate kûştin. Şehîdê nemir Anter di dilê Gelê Kurd de dijî û dê herdem bijî (Zarathustra News).
Read full story

Yezidiler-Êzidîyên-یزیدیان- يزيدية

0 yorum
Ortadoğu kökenli bir dindir. Şeyh Adi tarafından kurumlaştırılmış olan bu dinde müridin çoğunluğu Kürt olup, ağırlıklı olarak Irak'ın Musul kentinde yaşamaktadırlar. Suriye, Türkiye, İran, Gürcistan ve Ermenistan'da da cemaatleri bulunan Yezidiler'in bugünkü toplam sayısının 1,000,000 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Ayrıca başta Almanya ve İsveç olmak üzere Avrupa ülkelerinde de birçok göçmen Yezidi yaşamaktadır.
1970'li yıllara kadar özellikle Urfa-Viranşehir'de yoğun olarak yaşayan ve sayıları 80.000'i bulan Türkiye Yezidileri, 1980'lerle beraber yurtdışına göç etmeye başlamışlardır. 1985 yılında 23.000'e inen sayıları, 2007 yılında 377'ye kadar (Urfa'da 243, Batman'da 72, Mardin'de 51, Diyarbakır'da 11 kişi) gerilemiştir. Türkiye Yezidilerinin büyük bir kısmı bugün Almanya'da yaşamaktadır, Avrupa Parlamentosu üyesi Feleknas Uca bunlardan biridir.
Read full story

Muziga Hezar Salan,Kamkars

0 yorum
Kamkar kardesler dunyada en cok taninan kurt muzik toplulu olarak bilinen,yedi erkek ve bir kiz kardesten olusan bir gruptur,profosyonel anlamda 1967 de iranda muzige baslarlar.muzik konusunda ilk ve temel bilgileri bababalri hesen Kamkardan alirlar.Disiplinli bir surec onlara profosyonelligin kapilarini acar,onlar oyle bir disiplinden gecmislerdirki babalari Hesen Kamkar cocuklarini bir muzik enstrumaniyla odaya kapattigi bile olmustur.
Daha sonra sinendec konservatuarinda akademik olarak devam ederek disa acilmis olundu ve daha sonraki yillarda babalari nin kurdugu " Tahran Muzik Okulu" da muzik egitimini surdurduler.

İranlı Kürt müzisyenlerden oluşan Kamkars grubunu bir çoğunuz tanıyorsunuzdur sanırım. Tam bir bir aile grubu olan Kamkars'ın üyeleride birbiriyle kardeş. Kamkars ismi ise grup üyelerinin Kamkar olan soyadından geliyor. Kürtlerin dünyada tanınmış grubu Kamkars'ın Gol Nishan isimli albümü Türkiye'de de Yeni Dünya müzik tarafından basıldı. Albümün içinde Xweş Hewreman ve Gol Nishan gibi ulusal alanda taninan Sarkilar bulunuyor.


Biography:

The Kamkars, a Kurdish family of seven brothers and a sister, are undeniably one of the leading musical ensembles in Iran today. Their repertoire ranges from the vast array of Kurdish music with its poignant, entrancing melodies and uplifting high energy rhythms to the traditional classical music of Iran. The repertoire of Kurdish music is richly diverse and deeply-rooted in the ancient history and culture of its proud and passionate people. It speaks of epic tales and wars, romantic love, and recounts ancient myths and stories of national and religious heroes, some of which date back to thousands of years to the time of the ancient Medes (the ancestors of the Kurds).

Hooshang Kamkar was born in 1947. He studied at the Faculty of Fine Arts in Tehran, the Sanat Chilipa Academy in Rome, and the University of San Francisco. He is a prolific composer, writer and translator. Among his best known compositions are, The Victory of Bahman, Marigold, God Ship Martyrs, Abidar's Springs and In Memory of Hafez.

Bijan Kamkar was born in 1949 and is the lead singer for the group. He also plays tar, robabsantur, and is the conductor of for the group. In 1969 Pashang himself became a santur teacher at the Center Art and Culture in Sanandaj. He studied at the Faculty of Fine Arts and has worked with Sanandaj Radio. Pashang has composed a number of accomplished works, and is one of the founder members of" href="http://www.blogger.com/view_instrument.php?id=," a [instrument="tombak]tombak -" [instrument]setar?>, the teaches now She violin. and setar plays ?brothers? of member female only is 1953 in born Kamkar was Shayda?. Ghashang the daf - the Kurdish drum which he has introduced to the classical Iranian repertoire. He is a graduate of the Faculty of Fine Arts in Tehran.

Pashang Kamkar was born in 1951. He plays the santur, and is the conductor of for the group. In 1969 Pashang himself became a santur teacher at the Center Art and Culture in Sanandaj. He studied at the Faculty of Fine Arts and has worked with Sanandaj Radio. Pashang has composed a number of accomplished works, and is one of the founder members of "Shayda".

Ghashang Kamkar was born in 1953 and is the only female member of the "brothers" and plays the setar and the violin. She now teaches the [instrument]setar to the growing number of Iranian women who are interested in becoming musicians.

Arjang Kamkar was born in 1956. As a child he was interested in painting, and so came to Tehran in 1978 to study art at the Faculty of Fine Arts. As he lived in a family of musicians, he learned to play the tombak, which he played for many years as a member of the Art and Culture Orchestra of Sanandaj.

Arsalan Kamkar was born in 1960. He has played violin in the Tehran Symphony Orchestra, and is also an excellent barbat player. His compositions are regularly performed and include a symphony called The Story of My Father's Land, written with his brother Ardeshir.

Ardeshir Kamkar was born in 1962. He came to Tehran in 1980 and continued his study of traditional arrangements by Mohommed Reza Lotfi and his brother Pashang. Ardeshir has always been keen to explore the range and capabilities of the kamancheh, for which he has written a number of pieces and books.

Ardavan Kamkar was born in 1968, and was taught to play the santur by his father when he was only four years old. Throughout his childhood he belonged to numerous musical groups, and often appeared on local radio. After seventeen years of santur playing, Ardavan has invented a new technique, and is a gifted soloist and improviser. He has also written a number of pieces and technical etudes for the santur.

  • Current Members: Hushang (director, composer)
  • Pashang Kamkar (santur)
  • Ghashang Kamkar (setar)
  • Bijan Kamkar (vocal, robab, daf)
  • Arjang Kamkar (tombak)
  • Arsalan Kamkar (barbat, vocal)
  • Ardeshir Kamkar (kamancheh)
  • Ardavan Kamkar (santur)
  • Saba Kamkar (vocal)
  • Maryam Ebrahimpur (vocal, ghichak)

Details

Read full story
 

My Blog List

Hello

Ortaya çıkan çeteleşme eğilimlerini erkenden tespit edememe ve yeterince tavır koyamama ikinci önemli stratejik yetmezliktir. Bu rolü güvenilir arkadaşlara bırakmak dogmatizmin diğer bir sonucudur. O kadar soylu değeri çarçur ederlerken, mutlaka fark edebilmeli ve dur diyebilmeliydim. PKK'nin bütün soylu çabalarına en büyük darbeyi bu yönlü gelişmeler vurmuştur. Adeta canavarlaşmış bazı kişiliklerin inanılmaz nitelik arz etmelerinin izahı güçtür. Büyük emeklerle hazırlanan yapının bu öğelere kolay teslim olması daha da anlaşılmaz konudur. Bendeki müthiş arkadaşlık anlayışı hep en iyisini yaparlar, en dürüstüdürler, ellerinden gelmeyecek iş yoktur, çağdaş havarilerdir biçimindeki dogmatizme varan inanış bu gelişmelerde etkili olmuştur. Geç uyandık. Tam uyandığımızda veya fark ettiğimizde, stratejik olarak hem zaman hem büyük çabaların ürünü başta genç savaşçılar, halk, maddi ve manevi birçok değer kaybedilmişti.1992-1993 derslerini daha derinliğine çıkarmalıydım. Irak-Kuveyt krizi ile 1991'de ülkedeki gruplarla olmak daha doğru olacaktı. 1982'lerde yapmadığım işi, atmadığım adımı bu sefer yapma ve atma biçiminde olmalıydı. Ortadoğu çalışmalarını ikinci plana bırakmak gerekirdi. Fakat aynı yaklaşım, yoğun takviyeler altından başarıyla kalkılacağına beni inandırmıştı. Binlerce nitelikli kadro içinden mutlaka sürece cevap verenlerin çıkacağı hep beklenmişti. Fakat hareketin bağrındaki çetecilik ve sorumsuz merkezi yaklaşım tüm katkıları boşa çıkarıyordu. Tarih göz göre göre başarısızlığa götürülüyordu. Disiplin ve fedakarlıkla fazla değer kurtarılamaz, görevler başarılamazdı. 1992 sonlarındaki Osman Öcalan'ın YNK ile boyun eğmeyi andıran uzlaşması, Murat Karayılan ve Cemil Bayık'ın intiharvari çabaları tesadüfen birleşerek sürecin daha büyük kaybını önledi. Köklü ders çıkarılması gereken nokta buydu. Ülke içi ihmal edilmemekle birlikte, merkezi kadro yapısının köklü çözümüne ihtiyaç vardı. Bunu Suriye üzerinde yeni okullar açmayla telafi etme ve aşırı tekrarlama çalışmaları beni oldukça tıkadı. Çabaların anlamı pek kalmamıştı. Bizzat müdahaleyi yapmada geç kalmıştım. O kadar değer kaybından sonra yönelmeyi kendime yediremiyordum. Tıkanmayı askeri değil, siyasi yollardan açma deneyimi daha anlamlı geliyordu. Askeri yönelim toptan intihara götürebilirdi. Siyasi çalışma ise, daha potansiyelli hareketi mümkün kılabilirdi. Yapıda tekdüzelik sürdü. Aynı tarz çalışmalar KONGRA GEL dönemine kadar yansıdı. Son iç bunalımların kökeni aslında ülkeye gidiş ve orada üsleniş, çalışma tarzı ve temel taktik anlayışların bir devamından ibarettir. Özeleştiriler anlamlı yapılmamıştı. Eski kişilik ve çalışma tarzında ısrar vardı. Bu da her zaman ve her yerde anlamsız kayıplara, yerine getirilemeyen görevlere, acılara ve sonuçta tasfiyelere yol açmaktan öteye gidemezdi.İkinci yaşam dönemi devlet odaklı olduğundan, ama daha henüz yitirilmemiş komünal demokratik duruş özelliklerinden ötürü çelişkiliydi. Sonucu bu çelişkilerin boğuşması belirleyecekti. 15 Şubat 1999 aynı zamanda devlet odaklı yürüyüşe ölüm darbesi indirmişti. Eğer devlet odaklı particilik, devletçilik bir hastalıksa, o halde 15 Şubat 1999'da tüm kapitalist dünya devletlerinin bana vurduğu darbe aynı zamanda üçüncü doğuşum için bir ilaç, bir ebelik rolünü oynayacaktı.Üçüncü yaşam dönemi, eğer adına ve özüne yaşam denilebilecekse, 15 Şubat 1999'dan sonuna kadar gidilebilecek aşama olarak ayrıştırılabilir. Belirgin niteliği, genelde devlet odaklı, özelde kapitalist modern yaşamdan kopuşla başlamasıdır. Tekrar yaban yaşama koşmuyorum. On bin yıl öncesine gidecek değilim. Ama insanlığın bazı temel değerlerinin o yıllarda gizli olduğu da kesindir. Uygarlığın bin bir hile ve zorbalıkla kestiği o dönem insanlığı bilimsel teknik seviyeyle bütünleştirilmedikçe, insanın gerçek kurtuluşu, özgürlüğü mümkün olamazdı.Uygarlık ve devlet odaklı yaşamdan kopmak gerileme değildir. Tersine doğadan ölümcül kopuşa, kan ve yalana dayalı şişirilmiş iktidar kişiliğinden vazgeçme belki de en temelli sağlığa kavuşma imkanıdır. Hastalıklı toplumdan sağlıklı topluma, sıkboğaz, obez, çevreden kopmuş, bir nevi kanserleşme olan aşırı şehirleşmiş toplumdan ekolojik topluma, tepeden tırnağa otoriter ve totaliter devletli toplumdan komünal demokratik ve özgür eşit topluma doğru bir yöneliş söz konusudur. Avcı kültürüyle hayvan katliamına, uygarlığın insan katliamına, kapitalizmin doğa felaketine yol açan zincirleme halkasından kurtulma yeni bir insanlığa kapıyı aralayabilir. Hayvanlarla dost, doğayla barışmış, kadınlarla dengeli güç yapısına dayanan, barışçıl, özgür eşit, aşklı yaşam, bilim ve tekniğin gücünü savaş ve iktidarın oyuncağı olmaktan çıkarmış ahlaklı politik bir kişilik, beni, en azından ENKİDU'yu şehre ve devlete bağlıyan çekim gücü kadar çekiyor, anlamlı kılıyor. Tek kişilik tutukevinin yarattığı bir özlemden kesinlikle bahsetmiyorum. Büyük bir düşünsel, ruhsal paradigmadan bahsediyorum. Kategorik yaklaşımdan, büyük güce tapınmadan, çağın, tüm uygarlıkların kan lekeleri altında parıldayan yaldızlı yaşamlarından gerçekten hem bıktım hem nefret ediyorum.Çocukken genlerime işlemiş avcı kültüründen ötürü gözümü kırpmadan başlarını kestiğim, kopardığım, kurnazca avladığım kuşlardan, vurduğum hayvanlardan özür dilemekle başlamak istiyorum yeni yaşam dönemime. En büyük saadetin kaşaneli köşklerde değil, yeşil çevreli kulübemsi mekanda yaşandığına inanıyorum. Doğayı tüm renkleri, sesleri ve anlamları içinde dinleyerek, bütünleşerek yaşamın erdemine ulaşılacağına inanıyorum. Gerçek ilerlemenin dev kentlerden ve iktidar otoritelerinden geçmediğine, tersine bunların en büyük hastalık kaynağı olduğuna; buna karşın eski köyü de, yeni kenti de aşmış, ekolojik yerleşimi bilimin ve tekniğin en son verileri ile karşılayan bir mekansal yaşamın gerçek devrim olduğuna inanıyorum. Aradaki kocaman uygarlık yapılarının insanlığın mezarı olduğuna inanıyorum. Bir gelecek yürüyüşü olacaksa, bu gerçekler temelinde olursa anlamlı ve yürümeye değer olduğuna inanıyorum.Hiyerarşik devletçi sınıf uygarlığından kopmak en büyük özeleştiridir. Bunu başaracağıma inanıyorum. İnsanlığın çocukluğuna, emekçilerin, halkların unutturulmuş tarihine, kadınların, çocukların ve çocuk ihtiyarların ütopyalarındaki özgür eşit dünyalarına katılmayı, başarıyı orada sağlamayı daha çok istiyorum.Bunların hepsi ütopya. Ama bazen ütopyalar mezardan beter yapılar içindeki yaşamın tek kurtarıcı esinidir. Günümüzdeki mezarlardan beter yapılardan tabii ki öncelikle ütopyayla çıkış yapılacaktır. Durumum hiçbir insana benzemiyor. Benzemesini de istemiyorum. Daha iyi anladığıma, hissettiğime göre iyi yoldayım. Anlamın ve hissin yaşattığı bir insan en güçlü insandır. Büyüklere benzeme günahını bir daha işlemeyeceğim kesindir. Zaten benzemeyi ne çok istedim ne de becerdim. İnsanlığın geçmişi daha gerçektir. Ona saygılı olacağım ve yaşamı orada arayıp bulacak ve yeniden başlatacağım. Gelecek bu çabaların işleyiş halinden başka bir şey değildir.Hep kendimi mi düşünüyorum? Değil. Savunmam tüm insanlık için bir şeyler öğretebilir. Yeniden yapılanmış PKK bütün soylu arkadaşlarımı, anlam gücü ve iradesi olan yoldaşlarımı birleştirebilir. KOMA GEL tüm Kürdistan halkını ve dostlarını demokratik bir çatı olarak toparlayabilir. Yaşamımıza, ülke ve toplumumuza rasgele saldıracaklara karşı HPG iyi bir savunma savaşı verebilir; anlayışsız, zalim ve haksızdan hesap sorabilir. En soylu kadınlarımız tüm zamanların tanrıça olgunluğu, anlayışlılığı, melek saflığı ve azizeliği ve Afrodit güzelliğini kimliğinde bütünleştiren PAJK'da birleşebilir.Bu savunmayla temel insanlık anlayış ve idealimi uygarlığın son temsilcisi olarak hayli gururlu ve kendinden emin AB'nin yargı organı AİHM'e sunarken, olumlu beklentilerden ziyade, sistemin kar büyücülüğüne alet olmaktan öteye bir rol oynamayacağından ötürü üzüntülerimi belirtebilirim. Daha demokratik, özgür ve adil toplum dileklerimle saygılarımı sunarım.27 Nisan 2004Tek Kişilik Tutukevi/ Mudanya/ BursaAbdullah ÖCALAN

Mezopotamia History © 2008 Business Ads Ready is Designed by Ipiet Supported by Tadpole's Notez